26 Kasım 2013 Salı

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN GENEL SORUNU

Türkiye'de Üniversite birileri için altın saray, Rektörlükler ve  Fakülteler altın kafes, öğrenciler de şehir halkı için "altın yumurtlayan tavuk"tur.
Fabrikaya ve işletmeye gerek yoktur.
Öğrencilerin çoğu da öyle mankurtlaştırılmıştır ki, 35 yaşına kadar doğal bütün ihtiyaçlarını ailesinden veya kredi ile karşılayan bir miktarı bulabildiği için yüksek lisans ve doktora dönemi dahil bir iş sahibi olmayı ertelemektedir.
Öğrenciliği, bir meslekmiş gibi uzun bir sürece yaymakta bir mahzur görmemektedir.
"Öğrenci" olduğu için kendi açısından da hükümet açısından da sorun teşkil etmemektedir.
"İşsiz" sınıfına dahil edilmemektedir.
O da bir işte çalışsa bile "öğrenci" olarak harcadığı (ailesinden elde ettiği miktarı) asla aylık olarak tasarruf olarak biriktirip kendi öğrenciliğini sürdüremeyeceği için halinden memnun görünmektedir.
Herhangi bir konuda 18 yaşını aştığını ve devletin kendisini reşit kabul ettiğinin bilincinde olan bu öğrenci birey, kredi, yurt, burs müracatlarında kendisine sorulan "velinin maaşı" ya da "ailenin aylık kazancı" konularında apışıp kalmakta. "Ben reşid ve bağımsız bir bireyim ve ihtiyacım var" demeyi asla düşünememekte ve müracatlarından sonuç alamamakta, almayı düşün/e/memekte; hatta bu durum işine de gelmektedir.
Değilse; küçük bir sorunda hak arama ve şikayet pozisyonu alan gençler, niçin yurt, kredi ve burs talepleri konusunda hak ve taleplerini tekil ve ya toplu olarak dile getirmemektedirler.
Yurt yerine stüdyo dairelere bin liralar, bahçe ve çatı katlarında sağlıksız koşullardaki imkan/sızlıklara 700-800 liralar vermeyi tercih etmektedirler.
Bilinç/lilik sorunu vardır bu işin içinde.
Sorum/luluk ve özgür irade sorunu vardır bu işin içinde.
Şu dönemin yetişkin çocuklarının az da olsa bir kısmı, iş sorumluluğu zoru ve zorunluluğundan yılgınlık psikolojiyle anne ya da babalarının ölmesi sonrasında bekarlıktan yırtıp emeklilik maaşlarından pay almaya bilinç oluşturmuştur zihinlerinde.
Çünkü çalışsa ve evli olsa her ihtiyacının karşılanması sonrasında bu şekilde alacağı miktarın kalmayacağının bilincini, "her şeyimiz, çocuklarımız için, biz onlar için varız, gerekirse ölürüz" gerçek ve mecazi anlatımlarının "ne olursa gider" anlayışı pompalayan psiko-pedego ontolojisi üreten aymazlık anlayışının aylaklık üretmesiyle "eğitimin bir disiplin olduğu ve bir disiplin gerektirdiği" algısını bozarak her zaman kendilerine danışma ve se/ans pozisyonuna memur ve mecbur etmişlerdir.
Darlık ve yokluk zamanlarının insanlarının asla bilmediği ve tanımadığı; dönem çocuğunun ve gencinin ise hiç uzaklaşmadığı, hep içinde sıkışıp bunaldığı "stres ve yoğunluk psikolojisi ve kompleksi", boşuna icad edilmiş değildir.
08.10.2013                              Bayram Dalkılıç

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder