31 Aralık 2013 Salı

"Daiu Bedduaiz Zaman" "Zamanın Bedduacısı"

Google vb. Excelencelarında yoktu, taramada çıkmadı.
2013 yılındaki olaylardan ve yorumlardan hareketle 
kavram literatürüne geçmesi katkı olur diye düşündüm:
"Daiu Bedduai'z-Zaman" 
"Zamanın Bedduacısı"

30 Aralık 2013 Pazartesi

"BİREYSİZ CEMAAT, CEMİYETSİZ CEMAAT" VARKILMAK!

TÜRKİYEnin en tuhaf tarafı Cumhuriyetin 100. yaşına 10 yıl kala 
İ. S. 21. Yüzyılda; H. S. 15. Yüzyılda; Türklerin Anadolu'ya Geçişlerinin 10. Yüzyılında 
ve Rumeli'ye Geçişlerinin 8. Yüzyılında ne tür bir Metamorfoz geçirdiğinin bilincinde olmamasıdır.

Ne klasik çağ, ne hümanizma, ne rönasans, ne reform, ne krallık, ne demokrasi, 
ne devrim, ne modern, ne post modern ne de postmodern ötesi çabalardan hiçbirini 
tam tecrübe etmeden hepsini birarada "kaotik-kosmo-kaotik" bir ortam içinde yaşaması, 
hiçbirini esaslı olarak anlayıp algılayamadan renksiz flulaşma griliğinde gökyüzü mavimtraklı zannıyla 
yeraltına notlar yazmaya çabalamasıdır.


Düşünelim. 

Evrenin bize yakın taraflarında yaşayanlar, birey dönemini bile kapatırken; 
biz, bireyin doğmasına asla müsade etmeyen ve bireycilikten bahsedenleri 
"içine şeytan girmiş bireyler" olarak yaftalayıp bir "cemaat" kavramı üretip 
siyasete pazarlayıp, tek bir grubun üyelerinin oluşturduğu topluluğu 
büyük harfli bir "Cemaat" yüceltmesiyle büyütüp büyütüp sonra 
savunanların ve saldıranların bile isteye oluşturdukları imajla 
"Canavar" algısı oluşturulmasının yaşandığı bir yüzyılın başlatıcılarıyız. 

Ancak "Çeyrek Yüzyıl" süren ve biten bir yüzyılın başlatıcıları. 

Yüzyıl oluşturma ve bitirmede de üstümüze yoktur. 

Bunu oluşturan ve kışkırtan Devlet erki ise durum daha vahimdir. 

Böyle bir modern devlet, kendini uzun süre ne setleyebilir, ne resetleyebilir. 

Olsa olsa bunu pazarlayanların elinde kendi kendini paketletip sepetletebilir. 

Gerekçe ne olursa olsun. 

İster oy avcılığı, ister oy savıcılığı, ister maddi menfaat, ister manevi menfaat hiç farketmez.

MODERN ORTAMDA "BİREYSİZ CEMAAT, CEMİYETSİZ CEMAAT" VARKILMAK!

Yazık olur o kadar yüzlerce yıllık "devlet tecrübesi"ne, Türk toplumuna!

30.12.2013      Bayram Dalkılıç

17 Aralık 2013 Salı

"Ümitvarız, Yola Devaam!" diyoruz.

İlahiyat Fakültelerinde bir zamanlar ihdas edilen yeni bölüm "İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği Bölümü"dür.
İlköğretimlerde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni yetiştirmek için ihdas edilmiştir. 
Liseler için Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği ve İmam hatip Liseleri için Meslek Dersleri Öğretmenliği hakkı İlahiyat Bölümü'nündür. Bu baştan beri böyledir. 
Yoksa öğretmenlik hakkı yalnızca ihdas olunan bu bölüme verilmedi. 
Projede İHLler tamamen bitirilmek istendiği, Liselerde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi kaldırılmak üzere olduğu bir dönemden bahsediyoruz. 
Ayrıca İlahiyat Fakültelerinin tamamında İlk Öğretim Din Kültürü Öğretmenliği Bölümü açılmadığı için çoğu İlahiyat Fakültesine özellikle yalnızca İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği bulunmayan İlahiyat Fakültelerine öğrenci kontenjanı verilmediği için mezunlar az veriliyordu ve Tezsiz Yüksek Lisans Programıyla formasyon dersleri alınıyordu. 
Durum değişmiştir. 
İhdas edilen bölüm, Eğitim Fakültesine aktarılmış, bu arada son yıllarda bu bölüm Eğitim Fakültelerinde iken İlahiyat Fakülteleri öğrencileri için Hazırlık Sınıfı ihdas edilmiştir. 
Bu esnada bu İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Bölümü İlahiyat Fakültesinde olsaydı, uygulayıcıların o bölüm için de Hazırlık sınıfı isteyip başarmayı becereceklerinden! hiç kuşkum yok. 
İki yıl önce bölüm tekrar İlahiyat Fakültesine geldi. 
İlahiyat Fakültesinde İlköğretim Din Kültürü Öğretmeni yetiştirilmek için Formasyon dersleri verilebiliyor ve bunda yasal hiçbir sorun yoksa kanaatimce hiçbir kanuni ve hatta yönetmelik düzeyinde bile düzenleme yapmadan eğer isterlerse, Fakülte Kurulları bu konuda düzenleme yapabilir, Rektörlük Senatosu onaylar ve YÖKe ulaştırılırsa; aşağıdan yukarıya doğru bir sistematikle ve Yönetmeliği de çıkarılarak uygulama onanmış olur. 
Sorun büyüktür. 
Ancak biraz çabayla bu sorun çözülemeyecek bir sorun değildir.
"Risk durumları" söz konusudur ve bu İlahiyat alanı, özellikle İHL ve İlahiyat alanı Türkiye'de başka hiç kimse karşı çıkışta bulunmasa bile buraları kendi rakibi gibi gören "dinle ilgili olan alan"ların ve hatta Fakültelerdeki acentalarının da "müracatçı" olacağını düşündüğüm "itiraz ve iptal etme girişimlerine her zaman olduğu gibi açık bir risk"e sahiptir. 
"Ortaöğretim öğretmenliğinin 5 yıllık durumu birkaç yıl içinde sona erecekti" diye bir bilgi kırıntısı hatırladım, ancak zihnim çok da doğrulamadı. (Şu anda da araştırma yapma imkanım yok. araştıralım bunu) 
Ne yazık ki İlahiyat Fakültesine başararak becerirken! birilerine o safhada "yazık etmeyin şu çocuklara/gençlere. 
Türkiye'de Veterinerlik Fakültesi 5 yılda Yüksek Lisans, Tıp Fakülteleri 6 yılda Doktora diploması veriyor. 
Medreselerin uzun yıllar tedris yapma mükemmeliyeti! zihniyetini şu dönemde geri getirmeyelim. 
5 yıllık formasyonlu öğretimle, Eğitim Fakültesindeki Ortaöğretim programlarını da örnek verdik. 
Hatta Ankara Ü. İlahiyat Fakültesi'nin vaktinde 5 yıllık örneği var" diyerek uyarılarımızı yaptık. 
Sanki "din elden gidiyormuş" gibi bir de Ankara deyince ne hissediyorsa millet, kim olursan ol dinlemiyorlar. 
Hazırlığı getirmeyi becerdiler. 
Bakın şu Din Kültürü Bölümü o yıllar İlahiyat fakültesinde olsa oraya da Hazırlık gelmezdiyse. 
Nasılsa yıldan sayılmıyor ya! 
Bu önerileri yapan biz olunca ufkumuz olmuyor ne yazık ki! 
Adam Kuran Kursu formatına uygun adam yetiştirme zihniyetiyle ufuklu ve dini bilinçli de oluyor üstelik.
(Bildiğim kadarıyla (ancak yine de doğrulamamız gerek) 4 yıllık Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği mezunlarımız ihtiyaç üzerine Liselerde de öğretmenlik yapıyorlar. 
Çünkü Orta öğretim Öğretmenliği düzeyli İlahiyat Tezsiz Yüksek Lisans Mezunu öğretmen adaylarımız yetmiyor, kontenjan sınırlarına takılıyorlar.) 
Ve kesin çözüm önerisi: 
8 yıllık zorunlu eğitim uygulanmaya başlanıp İmam Hatip Orta kısımlar kapatıldığında ve İHLler öğrencisizliğe mahkum edilince İlahiyat Fakülteleri, ikinci bölüm ihtiyacı gözetilerek İlköğretim bölümü açılarak, İlahiyat bölümü işlevsizleştirildi. 
Şu an İHOlar aktif İHLler aktif ve yaygın. 
İlahiyat Fakültesinin Tezsiz Yüksek Lisans yaparak mezun olan ve Pedagojik Formasyonunu öğretim yılları içerisinde alan ve mezun olan Orta öğretim ve Lise Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerine, seçmeli Kuranı Kerim derslerine girecek ve İHO ile İHLlerde meslek dersleri öğretmenliği görevi yapacak olan bu İLAHİYAT BÖLÜMÜ mezunlarına o kadar çok ihtiyaç var ki! 
İşte zamanında İLKÖĞRETİM DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENLİĞİ BÖLÜMÜ açılırken uygulanan strateji, yönetmelik, bölüm açma uygulaması her ne ise tersine uygulansa mevcut bölümde öğretim yılları içinde verilemiyorsa bile İHO ve İHL MESLEK DERSLERİ ÖĞRETMENLİĞİ BÖLÜMÜ ÖĞRETMENLİĞİ ile ORTAÖĞRETİM DİN KÜLTÜRÜ BÖLÜMÜ ÖĞRETMENLİĞİ BÖLÜMÜ hemen ivedilikle açılmak ve mevcut öğrenciler aktarılmak suretiyle bile bu sorun çözülür. 
Ancak bunları bizim değil, başkalarının önermesi gerekir. 
Hani "bizim kafamız çalışmaz, ufkumuz dar, afaki yazar ve konuşuruz, dini bilincimiz zayıf ve yetersizdir" ya! 
O ZAMAN TEK BİR DURUM KALIYOR GERİYE. 
BUNLARI SAYIN BAŞBAKAN'IN DÜŞÜNMESİ VE YAPMASI GEREKİR. 
NEDEN? 
ÇÜNKÜ, SAYIN BAŞBAKAN'IN BU İŞLERİ DÜZELTMELERİ VE ÇÖZMELERİ İÇİN GÖREVLENDİRDİKLERİ GÖREVLİLER, KENDİLERİNİN ARAŞTIRMA, HAZIRLAMA, SUNMA GİBİ İŞLERİ DE DAHİL OLMAK ÜZERE SAYIN BAŞBAKAN'IN ENERJİSİNDEN VE SİNERJİSİNDEN O KADAR ETKİLENMİŞ VE HİPNOZ DURUMUNDA OLMALILAR Kİ BU KONULARDA VE SORUNLARDA ÇÖZÜM NOKTASINDA ONUN NE DİYECEĞİNE BAKIYORLAR.
"Ümitvarız, Yola Devaam!" diyoruz.
Ve Şubat'ta İkinci Sömestr'de bu işin bitmiş, öğrencilerimizin Formasyon derslerini almaya başlamış olacağına kesinlikle inanıyoruz.
17 Aralık 2013     Konya       Bayram Dalkılıç

16 Aralık 2013 Pazartesi

"OKUMADIĞINI ANLAMADIĞINI İDDİA EDEN YENİ NESİL"

"OKUMADIĞINI ANLAMADIĞINI İDDİA EDEN YENİ NESİL"
diye bir teorim ve tespitim var/dı:
ŞİMDİKİ NESİL ÇOCUKLARIN VE GENÇLERİN ÇOĞU,
OKUMADIKLARINI ANLAMADIKLARINI İDDİA EDİP SAVUNUYORLARdı!
Şimdiki nesil çocuklar ve gençlerin birazı ise, okuduklarını anlamıyorlar!
Okuduklarını anlamadıklarını iddia ediyorlar ve savunuyorlar!
Bu iddia ve savunmayı okumamak için kullanıyorlar!
Öğrencilerimle de paylaştım.
İLGİNÇ BİR TESPİT OLARAK DEĞERLENDİRDİLER.
Biraz düşündüler. Doğrulayıp onayladılar.
ÇALIŞMA YAPMAYI VE BAŞLIĞINI DA ŞÖYLE ATMIŞTIM:
"OKUMADIĞINI ANLAMADIĞINI İDDİA EDEN YENİ NESİL"
Bayram Dalkılıç

15 Aralık 2013 Pazar

İLAHİYAT FAKÜLTELERİNDE FORMASYON SORUNU YOK ASLINDA!

İLAHİYAT FAKÜLTELERİNDE FORMASYON SORUNU YOK ASLINDA!
ÇÜNKÜ GERÇEKTE KALMADI ÇOKTAN KALKTI BİTTİ İŞİN ESASINDA.
İŞ YALNIZCA UYGULAMADA VE KURUL VE SENATOLARDA!
O ZAMAN SORUN NE SORUNLU KİM/LER?
SORUN: İNİSİYATİF AL/AMAMAK
SORUNLU: SORUMLU SORUNLULAR
İLAHİYAT FAKÜLTELERİ ÖĞRETMEN YETİŞTİRMİYOR MU?
İLAHİYAT FAKÜLTELERİNDE ÖĞRETMENLİK BÖLÜM DE VAR.
İLAHİYAT FAKÜLTELERİNDE FORMASYON DERSLERİ ÖĞRETİM YILLARINDA VERİLMİYOR MU?
İLAHİYAT FAKÜLTELERİ ÖĞRETMEN YETİŞTİRİYOR VE ÖĞRETİM YILLARINDA FORMASYON DERSLERİ VERİYOR.
KİM VERİYOR?
KİM VERİYORSA VERİYOR.
VERİLİYOR İŞTE.
İŞTE SORUN VE SORUNLULUK BURADA BAŞLIYOR.
BIRAKALIM, ESKİDEN VE ASLEN İLAHİYAT FAKÜLTELERİNİN ÖĞRETİM YILARINDA FORMASYON DERSLERİ VEREN BİR KURUM OLDUĞUNU!
ŞİMDİ DE BU DERSLER BİR BÖLÜMDE ÖĞRETİM YILLARINDA VERİLİYOR.
NEDEN İLKÖĞRETİM DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENLİĞİ BÖLÜMÜ OLABİLİYOR DA
NEDEN İHO VE İHL MESLEK DERSLERİ ÖĞRETMENLİĞİ BÖLÜMÜ OLAMIYOR?!
İHO VE İHL MESLEK DERSLERİ ÖĞRETMENLİĞİ BÖLÜMÜ OLSA KİME DOKUNUYOR?!
KİME DOKUNUYORSA SORUN VE SORUNLU ONLAR!
VE BU DERSLERİN VERİLMESİ İÇİN BÖYLE BİR BÖLÜMÜN (ADI İTİBARIYLE) OLMASINA GEREK VAR MI?
FAKÜLTENİN İŞLEVİ, ZATEN ÖZDE MESLEK DERSLERİ ÖĞRETMENİ YETİŞTİRMEK!
BİR DE DOKUNMADIĞI HALDE İLKÖĞRETİM DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENLİĞİ BÖLÜMÜNDE FORMASYON VERİLEBİLECEĞİNİ, VERİLDİĞİNİ, VERDİKLERİNİ GÖRDÜĞÜ, BİLDİĞİ, YAŞADIĞI HALDE SORUNU GÖRMEYEN, GÖRMEK İSTEMEYEN, HAK ALMA TALEPLERİNE KÖR, SAĞIR, DİLSİZ OLANLAR!
"GÖZLERİ VARDIR, GÖRMEZLER; KULAKLARI VARDIR, İŞİTMEZLER; DİLLERİ VARDIR, KONUŞMAZLAR; BURUNLARI VE DAMAKLARI VARDIR, KOKLAMAYI VE TAT ALMAYI VE HAZ ALMAYI SEVERLER!
SORUNLULAR SORUMLULUKLARINI YERİNE GETİRMEDİKLERİ İÇİN DİSKALİFİYE EDİLECEKLER VE SORUN ÇÖZÜLECEK.
ÇOK YAKINDA.
KORKANLAR HİÇ BİR ZAMAN ASLA YANMAK İSTEMEZLER!
ANCAK ŞU KESİN Kİ KESİNLİKLE YANACAKLAR BİLSELER!
PROF. DR. BAYRAM DALKILIÇ

10 Aralık 2013 Salı

OLABİLİR TEKLİF...

TEKLİF:
İLAHİYAT FAKÜLTELERİNE FORMASYON VERME
BİR DANIŞTAY ENGELİ- SORUNUYSA EĞER
FAKÜLTELERE "EĞİTİM" TERİMİ EKLEYELİM.
İLAHİYAT EĞİTİMİ FAKÜLTESİ
DİN BİLİMLERİ EĞİTİMİ FAKÜLTESİ
İSLAMİ İLİMLER EĞİTİM FAKÜLTESİ
İLAHİYAT BİLİMLERİ EĞİTİM FAKÜLTESİ
ZOR MU!
ZOR DEĞİL!
OLABİLİR!
OLASILIK MANTIĞINA, ÇOKLU MANTIĞA GÖRE
OLABİLİR!
11.12.2013 Bayram Dalkılıç

ÖNCE İLAHİYAT VARDI...

ÖNCE İLAHİYAT VARDI...
VE YÜKSEK İSLAM ENSTİTÜSÜ...
İLAHİYAT VARKEN VE AÇIKKEN DİKAB YOKTU.
İLAHİYAT BİR ÜST KURUMDU.
İLAHİYAT VE İDKAB KURUMUN BÖLÜMLERİYDİ.
İLAHİYAT FAKÜLTESİ İHLlere MESLEK DERSLERİ ve GENEL LİSElere VE ORTAOKULlara DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENİ YETİŞTİRİRDİ.
DİYANET'e ve DİĞER MESLEK KURULUŞLARINA DA HİZMET ELEMANI YETİŞTİRİRDİ.
SONRA İLAHİYAT BÖLÜMÜ İHLlere MESLEK DERSLERİ ve GENEL LİSElere VE ORTAOKULlara DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENİ YETİŞTİRİRDİ.
İDKAB YALNIZCA İLKÖĞRETİM OKULLARINA DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENİ YETİŞTİRİRDİ.
SONRA İLAHİYAT BÖLÜMÜ MEZUNLARINI ÖĞRETMEN OLARAK ALMADILAR.
İDKAB'I EĞİTİM FAKÜLTESİNE ÇALDILAR, KAÇIRDILAR, GÖÇÜRDÜLER.
İDKAB YETMEDİ, DİKAB YAPTILAR.
DİKAB'I İLAHİYAT'A SALDILAR.
OLMADI.
3. VE 4. SINIFLARI EĞİTİME YOLLADILAR, GÖTÜRDÜLER.
İLAHİYAT FAKÜLTESİNİN VE İLAHİYAT BÖLÜMÜNÜN HAKKINI ÇALDILAR.
SEN BU TARİHİ OKUDUN MU?
BU TARİHİ BİLDİN Mİ?
İDKAB MEZUNLARI İLKÖĞRETİM OKULLARINA "DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENİ OLABİLİYORDU, HAKSIZLIKLA 'KÖY VE KASABALARDA KALMASIN BUNLAR' DİYE LİSELERE DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENLİĞİ HAKKI İLAHİYAT BÖLÜMÜNÜN İKEN ÇALIP İDKAB'A VERDİLER.
O ZAMAN DA KARŞI ÇIKMIŞTIM VE İLAHİYAT ÖĞRENCİLERİME LİSELERDE DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENLİĞİ HAKKININ KENDİLERİNİN HAKKI OLDUĞUNU ANLATMIŞTIM.
HAKLARINI ALMALARI İÇİN UYARMIŞTIM. "İLK ÖĞRETİM DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENLİĞİ" BÖLÜMÜ ADI ÜSTÜNDE.
NEREYE LİSE VE İHL'LERE ÖĞRETMEN OLUYORSUN.
BU SENİN HAKKIN MI?!
İDKAB'I, EĞİTİM FAKÜLTELERİNDE İLK-VE ORTA ÖĞRETİM ÖĞRETMENLİĞİ ÖLÜMLERİ FEN-KİMYA-FİZİK, TÜRKÇE-EDEBİYAT- SOSYAL BİLGİLER-TARİH-COĞRAFYA, İLKÖĞRETİM MATEMATİK-ORTAÖĞRETİM MATEMATİK DİYE HER BÖLÜMDE AYRI İKEN...
"DİKAB" DİYE HİLEYLE BİRLEŞTİRİLMİŞ ÖĞRETMENLİK BÖLÜMÜ YAPTILAR.
İDKAB VE ODKAB YAPMADILAR, YAPAMADILAR.
NİÇİN?
FAZLA OLURDU, FAZLA GELİRDİ.
ELDEN GELSE BU BİLE KAPATILMALIYDI DA 12 EYLÜL SONRASI ANAYASAL HAKTI DERS İÇİN.
DERS KALKMADIKÇA, KALDIRILAMADIKÇA BÖLÜM BU ŞEKİLDE VAROLMALIYDI!
EĞİTİM FAKÜLTELERİNDE İDKAB VE DİKAB İÇİN HOCA ATAMASI YAPMADILAR.
ARAŞTIRMA GÖREVLİLİĞİ KADROSU AÇMADILAR.
İLGİSİZ ALANLARIN HOCALARINI BÖLÜM BAŞKANI YAPTILAR.
SEN BU TARİHLERİ YAŞADIN MI?
DİKAB EĞİTİM FAKÜLTESİNİN BÖLÜMÜ İSE BEN İLAHİYAT ÖĞRENCİLERİNİ ÖĞRETİM YILLARI BOYUNCA ALMALARI GEREKEN PEDAGOJİK FORMASYON KONUSUNDA ÇALINAN HAKKINI ONLARLA BİRLİKTE ARIYOR, DESTEK OLUYOR, SUSMUYORSAM DİKAB'A NİÇİN HAKSIZLIK OLSUN.
NİÇİN ONLARA MAĞDURİYET OLSUN.
VE İSLAMİ İLİMLER FAKÜLTESİ-İLAHİYAT BİLİMLERİ FAKÜLTESİ-İSLAM VE DİN BİLİMLERİ FAKÜLTESİ, ULUSLARARASI İLAHİYAT BÖLÜMÜ KURULDU.
İYİ OLDU, HOŞ OLDU.
ÖNCE İLAHİYAT VARDI...
10. 12. 2013   Bayram Dalkılıç

9 Aralık 2013 Pazartesi

FORMASYONSUZ ORİANTASYON OLMAZ!

FORMASYONSUZ ORİANTASYON OLMAZ!
Ne yazık ki, kurumlarda formasyon ve bazı alan derslerinin gereksizliğinden bahseden gereksizler var.
Kendileri bir nimet gibi sanki.
Ve bazı öğrenciler "biz şu olmayacağız, biz bu olmayacağız, biz oda olmayacağız, biz samimi müslüman, dindar olacağız, biz çalışmayacağız, biz görev de yapmayacağız" diyerek hiç bir şey okumak istemiyorlar.
İlahiyat'ta, "ahlak felsefesi, İslam felsefesi, İslam ahlakı ve felsefesi, din felsefesi, ..." diyorsunuz, hemen bir grup: "biz felsefe sevmiyoruz, bu felsefe nereden çıktı?" diye tepki veriyor.
"Ahlak, İslam, din" kısımlarını görmek istemiyor.
"Din sosyolojisi, din psikolojisi, dinler tarihi, din fenomenolojisi, ..." diyorsunuz, hemen diğer bir grub: "bunlar nereden çıktı, batı işi devşirme şeyler" diyorlar.
"Din kısmını duymak, görmek istemiyorlar.
"İyi de İlahiyat ise bu bunlar bu işin doğasında var, siz nereden çıktınız?"
Bir de bir grub da değil, bir güruh mu gu ruh mu var neyse!
"Bu İlahiyat, İslam İlahiyatı değil" diyerek karşı çıkıyorlar/mış.
"İyi de siz İslam İlahiyatının ne olduğunu nereden biliyorsunuz.
İslam İlahiyatı neden ibaret/miş.
Hem İlahiyat diyeceksin, hem de "ilahiyat" kavramından habersiz, martavallar sallayacaksın."
Ve iki (:) noktalı üç nokta(...) : "Hem İlahiyat eğitimi'nden bahsedeceksin (İslami İlimler deyince İlahiyat buharlaştı mı sanıyorsun) hem de "ilahiyat bilimleri" olmadan ve "eğitim bilimleri"nden uzak İslam eğitimi ve İslamî İlimler eğitimi vereceksin"
"Na / ah verirsin.
Veremessin.
Niçin?
Vermeye kalkarsan şu sonuçlar karşına çıkar
: İlahiyat alanlarını, metafiziği, din bilimlerini ve eğitim bilimlerini öğretim yılları içinde almayan ve verilmesini de istemeyen İslam/iyat/cı İslamî İlimlerci zihniyetindekiler, "din bilimleri alanlarını ve çalışanları gereksiz ve batıstandartlarına uygun doğusuz ve batıcı" görürken kendilerini "Oxidentalist falan zannetmeye" kalkar, "Kuran yenileşmeciliği", "tefsir hermenötiği", "hadis retoriği ve hadis hermenötiği", "tecvid yenilenmeciliği ve güncelliği", "tasavvufi batıni özgünlük", "mezheb bağdaşmacılığı", "İslamî ilimlerin yakınlığı ve birleştirilmesi", "ilmihal evrenseciliği", "fıkıh kucaklayıcılığı" vb. kavramlar ve alanları ihdas etmeye çabalar.
Ve "İlahiyat, İslam Düşünce ve Bilim Tarihinde Bir Zihniyetin D/Üşüşmesinde ve D/Önüşmesinde 21. Yüzyılın İlk Çeyreğinde Türkiye'de İlahiyat/İslami İlimler Tecrübesi: Kavram ve Alan Çözümlemeleri" konulu araştırma ve çalışmaların yapılmasına büyük çapta malzeme sağlar. Dünya İlahiyat Tarihine Katkı olur.
...
Bayram DALKILIÇ 09.12.2013

28 Kasım 2013 Perşembe

ÖĞRENCİ, SINAVDA NİÇİN BAŞARISIZ OLUR?

Öğrenci, sınavda başarısız olur.
Niçin? Neden ki? Sebep ne ola?
...
Çünkü yalnızca sınava çalışır.
Yalnızca sınava çalıştığını sanır.
Sınava çalışırken yol bilmez.
Yön-yöntem bilmez, ara vermez.
Bir yığın sorumlu olunan metni elde eder.
Bir tutam gelir, kendine güvenir, başkalarına bakıp aldanır.
Düşünür ki; bu metinlerle bir kaç saat uğraşsa anlar, algılar.
...
Başlar okumaya saatler geçer, metin yarı olmaz, elden bırakır.
Bırakmayıp dirense, inat etse, farketmez, yalnızca sayfalar aktarılır.
Beyin almaz, zihin algılamaz, kafa şişer, göz düşer, gönül biter, baş yana yıkılır.
Değil sınava çalışmak, soruya çalışmak bile mukadder olmamıştır.
...
"Soruya çalışmak", "Hangi soru çıkar, bu soru çıkar mı?
Onu sormaz. Geeeç. Bunu sormaz. Geç boş veer. 
Ya şunu? Iııh. Bunu soracağını hiç zannetmem. Bittiii.
Ne kadar kolay ve hızlı çalıştık. Yaşasın."
Hiç olmazsa böyle metin taranmış olur. Bir umut olur: 
"85-90 demeyelim ayıp olmasın da 70-80 alırız." edası 
...
Sabah-ı şerifler hayrola. Sınav saatine yarım saat kala.
Uyku kanmaz, göz kapağı şişer, inmez, yarı açılır, yarı açılmaz. 
Kafa 10 kilogramdır. Ağırlığı tonlarca basar, zorla gövdede taşınır.
...
Zorla salona yetişir, sağa sola yıkıla, yamula.
Zoraki yalancı tebessümler, içinden bini bir, biri bin küfürler.
...
"Ne sorar bu adam", ya da "ne bileyim bu ka(rı)dın".
"Hay Allah! Kafamda hiçbir şey yok" vesveseleri.
...
Kafa yok, kafada bir şey yok, öğrenci kendinde yok.
Kimsede bir şey yok. Bir şey kimsede yok.
Hoca canavar gibi görünmeye başlar gözünde.
Vampir: Sivri dişler. Öğrenci düşmanı, yemeye hazır.
Zaten hakkında hiç iyi şeyler rivayet edilmemiştir.
...
Ve sınav kağıdı.
Sorular üçer-beşer sökün eder üstüne.
Yana çekil, kenara kaç, kurtulmak mümkün değil.
...
Süre bitti, umut gitti, dönem yitti, sene yetti.
...
Sağlık olsun. Ölüm yok ya ucunda. 
...
Soruya çalışan öğrenci sorun yaşar, başaramaz.
Çıkacak soruya değil, çıkmayacak soruya çalışan öğrencidir bu.
Sınava çalışan öğrenci sorun yaşar, başaramaz.
Sınava çalışırken, çalışamayan, zamanı yetmeyen öğrencidir bu.
...
Bu sınav, gerçekten, bir günde çok çok rahat başarılacak olsaydı;
Dersler, bölümler, kısımlar, konular, bir gün öncesinde ve bir günde verilirdi.
...
Ne yapmak gerek/ti?
Ne yapan başarılı olandı?
Derslere, bölümlere, konulara çalışmak.
Derslere, bölümlere, konulara çalışan.
...
Başarılar daim olsun.
28 Kasım 2013                      Bayram Dalkılıç

26 Kasım 2013 Salı

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN GENEL SORUNU

Türkiye'de Üniversite birileri için altın saray, Rektörlükler ve  Fakülteler altın kafes, öğrenciler de şehir halkı için "altın yumurtlayan tavuk"tur.
Fabrikaya ve işletmeye gerek yoktur.
Öğrencilerin çoğu da öyle mankurtlaştırılmıştır ki, 35 yaşına kadar doğal bütün ihtiyaçlarını ailesinden veya kredi ile karşılayan bir miktarı bulabildiği için yüksek lisans ve doktora dönemi dahil bir iş sahibi olmayı ertelemektedir.
Öğrenciliği, bir meslekmiş gibi uzun bir sürece yaymakta bir mahzur görmemektedir.
"Öğrenci" olduğu için kendi açısından da hükümet açısından da sorun teşkil etmemektedir.
"İşsiz" sınıfına dahil edilmemektedir.
O da bir işte çalışsa bile "öğrenci" olarak harcadığı (ailesinden elde ettiği miktarı) asla aylık olarak tasarruf olarak biriktirip kendi öğrenciliğini sürdüremeyeceği için halinden memnun görünmektedir.
Herhangi bir konuda 18 yaşını aştığını ve devletin kendisini reşit kabul ettiğinin bilincinde olan bu öğrenci birey, kredi, yurt, burs müracatlarında kendisine sorulan "velinin maaşı" ya da "ailenin aylık kazancı" konularında apışıp kalmakta. "Ben reşid ve bağımsız bir bireyim ve ihtiyacım var" demeyi asla düşünememekte ve müracatlarından sonuç alamamakta, almayı düşün/e/memekte; hatta bu durum işine de gelmektedir.
Değilse; küçük bir sorunda hak arama ve şikayet pozisyonu alan gençler, niçin yurt, kredi ve burs talepleri konusunda hak ve taleplerini tekil ve ya toplu olarak dile getirmemektedirler.
Yurt yerine stüdyo dairelere bin liralar, bahçe ve çatı katlarında sağlıksız koşullardaki imkan/sızlıklara 700-800 liralar vermeyi tercih etmektedirler.
Bilinç/lilik sorunu vardır bu işin içinde.
Sorum/luluk ve özgür irade sorunu vardır bu işin içinde.
Şu dönemin yetişkin çocuklarının az da olsa bir kısmı, iş sorumluluğu zoru ve zorunluluğundan yılgınlık psikolojiyle anne ya da babalarının ölmesi sonrasında bekarlıktan yırtıp emeklilik maaşlarından pay almaya bilinç oluşturmuştur zihinlerinde.
Çünkü çalışsa ve evli olsa her ihtiyacının karşılanması sonrasında bu şekilde alacağı miktarın kalmayacağının bilincini, "her şeyimiz, çocuklarımız için, biz onlar için varız, gerekirse ölürüz" gerçek ve mecazi anlatımlarının "ne olursa gider" anlayışı pompalayan psiko-pedego ontolojisi üreten aymazlık anlayışının aylaklık üretmesiyle "eğitimin bir disiplin olduğu ve bir disiplin gerektirdiği" algısını bozarak her zaman kendilerine danışma ve se/ans pozisyonuna memur ve mecbur etmişlerdir.
Darlık ve yokluk zamanlarının insanlarının asla bilmediği ve tanımadığı; dönem çocuğunun ve gencinin ise hiç uzaklaşmadığı, hep içinde sıkışıp bunaldığı "stres ve yoğunluk psikolojisi ve kompleksi", boşuna icad edilmiş değildir.
08.10.2013                              Bayram Dalkılıç

"Ağır Gerçekler"

"Ağır Gerçekler" 
2 yıl önce 2. sınıflarında (şimdi 4. sınıf mezun adayları) öğrencilerime Felsefeye Giriş derslerini alıyorlarken, "kendilerine acıdığımı!, en çok da kendilerine öğrenci olacaklara acıdığımı!" belirttiğimde kendileri de beni "haklısınız" diyerek onaylamışlardı. 
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni olacaklardı 3 sene sonra ve felsefeye giriş dersinin diğer bölümleri konusunda olduğu gibi, eğitim felsefesi, ahlak felsefesi, siyaset felsefesi, devlet felsefesi bölümlerinin da zor geldiğini ve bazı kısımlarını anlamadıklarını söyleyip tabir uygunsa mızmızlanıp, sızlanıp duruyorlardı.
İşlerinin zor olduğunu, ancak bundan yılmamaları gerektiğini, branşlarının adı tartışmaya açık bile olsa branşlarını oluşturan kavramların, "din", "kültür", "ahlak" ve "bilgi" olduğunu ve bu dört kavramın dört ağır ve anlamlı kavramlar olduğunu, bunun bilincini taşımanın ağır sorumluluklar getirdiğini ve gerektirdiğini anlatmıştım ve anlaşmıştık.
Onlara sınavda 3 yıl sonra mezun olacaklarını dikkate alarak "Bir Din Kültür(cünün)-ü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeninin- Ütopyası: 2015" hakkında yazmalarını istemiştim.
Bir kısmı isteneni algılayamasa da güzel yazılar gelmişti.
Mezuniyetlerinden önce derli toplu olarak yetiştirebilirsem, onlara kitap olarak armağan edeceğim.
Eğitim-öğretim-öğrenci derdi çekmeye ve sancılarının güzel neticeler doğurmasını umut etmeye devam dileklerimle.
Bayram Dalkılıç

DERSANEYE İLİŞKİN HÜKÜMETLERİN PARADOKSLARI

DERSANEYE İLİŞKİN HÜKÜMETLERİN PARADOKSLARI
Dersane konusunda devletin ve gelmiş geçmiş bütün hükümetlerin paradoksları olmuştur: 
1. Öğretmenine konuyu/üniteyi anlattırarak ders anlatmayı mecbur kılar. Testli anlatımı ve test uygulamasını yasaklar. Sınavı test yapar. Alternatif sistem testli/denemeli yöntem uygular, çekici olur. 
2. Okulda resmi pozisyonu alabildiğine öğretmene ve öğrenciye zorlayıp uygular, öğrencinin ve öğretmenlerin bir eli daima ceket düğmesinde olur. Alternatif sistem bu konuda alabildiğine serbesttir.
3. Öğretmen-öğrenci ilişkileri okulda ve okul dışında oldukça resmi ve sertir. Alternatif sistem alabildiğine samimi ve arkadaşça bir öğrenici-öğretici ilişkisi geliştirir.
4. Okulda öğretmenin, öğrenciye okul sonrasının ve sonraki öğretim kurumunun ne ve neresi olacağı konusunda öğrenciye yön vermeye değil, neredeyse sormaya bile ya mecali kalmaz, ya kimisi umursamaz. Alternatif sistem, öğrencisinin seçeneklerine ve tercihlerine etki edecek düzeyin ötesinde ilgi ve bilgi düzeyinde öğrenciyi ve aileyi tanır.
5. Okul idarecilerinin çoğunun okul-aile birliği başkanlığı seçimi ve yakıt parası ve ihtiyaç söz konusuysa eğer, bununla ilgili toplantıların dışında veliyi görmek, tanımak ve okul civarında görmek istemez. alternatif sistem, öğrencinin ailesinin ev ziyaretleri dahil çok yakınına kadar ulaşır.
6. Okul, temel eğitimde, "Hayat Bilgisi", "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi", "Sosyal Bilgiler", "Fen Bilgisi", "Trafik Bilgisi", "Sağlık Bilgisi" vb. dersleri verir, ancak öğrenci Hayatı, Dini, Kültürü, Ahlakı, Bilgiyi, Doğayı, Toplumu, Trafik ve Sağlık konularını içselleştirerek bilmez, öğrenemez, anlayamaz, algılayamaz. Alternatif sistem, bu konularda öğrenciyi sınav sistemi ve sınav dışı hayat konusunda yetiştirmeye çalışır.
7. Ders zili çaldığında okuldan çıkmak/kaçmak için öğrenci can atar, alternatif sistemde dersten çıkan öğrenci belki de etüd almak için öğretmen arar/bakar.
Sonuç: Bu alternatif sistem, dersanedir.
Bunu devlet/hükümetler yaratmıştır.
Üniversitede bile zorunlu bazı dersler vardır, 1. sınıflarda.
Bu dersler tartışma gerektirse de her öğrenci için temel derslerdir.
Aynı dönemde ve sonraki dönem ve sınıflarda öğrenci, kendi branşının derslerini görür/görmelidir.
Alanında lisans eğitimine önem ve ağırlık vermelidir öğrenci.
Memuriyete ve Öğretmenliğe başlayacağı zaman sınavda yalnızca Türkçe ve Matematik ve Genel Kültürden soru sorulacağını öğrenen ve bilen öğrenci branş derslerine önem ve ağırlık verir mi?
Dinler mi dersleri?
Her türlü dersi ve branş derslerini verdiğin öğrenciye yalnızca Türkçe-Matematik-Fen ve Sosyal Bilgiler derslerinden sınav sorusu soracaksan yukarıda tek tek saydığım hayatın diğer temel alanlarını ilgilendiren dersleri ve öğretmenlerine öğrenci ve veliler/toplum önem verir mi?
Eğitim uzayı değil boşluk, küçük bir aralık kabul eder mi?
Arayışa bile girmeden alternatif sistem kendini oluşturur.
"Dersane" kavramı, "Dersane Kültürü" ortaya çıkar.
Dersane kavramında ve kültüründe kim başarılıysa ön plana çıkar.
Talep oluşturulur.
Arz olur, Arz olunur, talep doğar.
Arz taleple dolar.
Talep arzı doldurur.
Bitmez...
Bayram Dalkılıç

22 Eylül 2013 Pazar

Daha ne "BA'DE TIMARI'L-BASRA"lar okuyacaksınız!

Daha ne "BA'DE TIMARI'L-BASRA"lar okuyacaksınız!

İş bitti ya!

Bu işi "USTA" istiyor diye inanıp etkili ve yetkili! yerlerde bulunanlar,
asla ve asla "bu iş yerinde bir iş değil" diyen bizlerin karşı tavırlarının,
asla ve asla kesinlikle ve kat'â sonuç vermesinin mümkün olmadığının,
sanısı, kanısı, inancıyla ve gûyâ " bu işin merkezi" bilgisi sahibi olduklarının,
atıp tutuculuğu, çok özel çevrelerine bunu da fısıldamakla da koltuklarının,
"durumu ve rahatlığı" deyin siz, "yapışkanlığı ve mayışkanlığı" diyeyim ben.
N'OLDU!...
DÜN NEREDEYDİNİZ! DÜN GEREKTİ HAMİYET! DİKKAT! RİKKAT! HİKMET!
HEM NEREDEYDİNİZ! DİN GEREKTİ ŞECAAT! İFFET! ADALET! VE HİMMET!
DÜŞERSİNİZ TEK TEK! "BİZE SORULSAYDI ÂH BİR EDİLSEYDİ DE DİKKAT"
DEYİP DE SESSİZCE USTADAN KORKARAK SESSİZ HEM DE ÇOK MİNNET
DUYGUSUYLA KALDINIZ KIPIRDAMADI KILINIZ. İŞ BİTTİ YA FISILDAYINIZ!
"BAKINDI BİZ VARDIK DA! BURADA GÖREVDEYDİK DE BUNDA DA UZMANIZ!
DİYE DİYE AZ SES ÇIKARINIZ! NE YAZIK! FİKİR-SÖZ GİTMEZ. YAZIKLISINIZ!

"BA'DE TIMARI'L-BASRA"
http://bayramdalkilic.blogspot.com/2013/09/bade-timaril-basra.html
http://bayramdalkilic.blogspot.com/2013/09/harun-anayin-felsefeyi-ne-saniyor-bu.html

İLAHİYATÇILARIN TOPLUMDAKİ ETKİ VE SORUMLULUKLARININ SORUMLULARI


"İlahiyatçıların toplumdaki etkisi"ni şartlarında da ele almak gereklidir.
Bakınız şu tartışmalar, "Fakülte Programı Yapılanması" üzerine çıktı.
Bir grup ilahiyatçı/lı olarak öğrenci, öğretim elemanı, diğer meslek grupları ve uygulama safhasındaki öğretmen ve diğer meslek elemanlarından tepkiler "kendilerini görmezden gelerek-paranteze alarak ve yok sayma girişiminde bulunarak, Fakülte'nin ismini değiştirerek kaldırma, program yapma ve program sayılma noktasında bırakın eksik olmayı hiçbir programlama esas ve süreçlerine uymayan bir devrim projesine karşı çıktı.
Olayın özü budur.
Bu özü gözden kaçırmamayı öneriyorum.
Şimdi veya 20-30 sene önce Dine, İslama aykırı olarak yapılan veya geliştirilen (bazı her ne ise) uygulamalar ve dün ve bugün icra edilen ahlaksızlıklar ve fuhşiyat  konusunda hiç kimse, İlahiyat Fakültelerinde felsefe grubu alanında görev yapan  beni tek başıma ve yakından tanıdığım hoca ve arkadaşlarımı yegane sorumlu olarak görüp ifşa edemez.
Hiç kimse, "Yalnızca sorumlu bunlardır. Vurun bunlara!" diyemez.
Bu, Allah indinde cürümdür, günahtır, aybdır.
Bu, Kul hak ve hukukunda ayb, tuhaf, ahlak dışıdır.
Bu, Hadiste asla yeri olmayan bir tavırdır.
Bu, Fıkıh indinde zahir ve mecaz anlamında anlamsızdır.
Bu, İslam Hukukunda asla illeti olmayan bir kıyastır.
Bu, Tarih önünde işenen olgusal olmayan saptırmadır.
Bu, Kelami anlamda uygun olmayan söz ve lafız kullanmadır.
Bu, başkasına hayat hakkı tanımama, dışlama, dışlaştırmadır.
Bu, içinde yaşadığımız toplum kurallarına göre uygunsuz aykırıdır.
Bu, sorumlu olduğumuz devletin kanun ve hukukuna göre suçtur.
Bu, hedef göstermedir, azmettirmedir, yönlendirmedir, yanlış yoldur.
Bu, hakka girmektir, hak dışıdır, hak gözetmemektir, haksızlık-hukuksuzluktur.
Kürsülerin saygınlığı vardır.
Kürsüler saygı hakederler.
Kürsü sahipleri kendi görevlerini yaparlar ve görevleri ve sorumlulukları çerçevesinde icraatta bulunabilecekleri gibi aynı çerçevede ilzam edilebilirler.
Önemi ve önemsizliği çerçevesinde herkesin kişisel etki, katkı ve sorumlulukları söz konusu ise o zaman bir meslek alanına ve mensuplarına karşı bir ayıplama ve küçük düşürücü, itibar zedeleyici tavırlarda bulunmak İslam ahlakının hiçbir noktasında mümkün değildir.
Bu işlerden yegane sorumlu yegane kişiler de İlahiyat Fakültelerinde görev yapan felsefe grubu öğretim elemanları değildir.
Kimin hangi dönemde, hangi tavırlar içinde olduğu ve ne tür sesler çıkardığı yada çıkaramadığı tarih, fizik ve metafizik olarak sabittir, kayıtlıdır.
Hiç kimse almadığı tavırlardan ve sorumluluklardan dolayı yalnızca bir kişiyi özellikle de bir grubu hedefine alıp suçlayamaz.

20 Eylül 2013 Cuma

BU İŞ BÜROKRATİK OLİGARŞİNİN İŞİDİR. BAŞKA DEĞİL.


Hani Sazmanya'da ihtilal yapıldıktan kısa süre sonra siviller karşı devrimle Askeri Oligarşiden tekrar Cumhuriyete dönüş yapmışlar da yargılamada ihtilali yapan teğmen bu işe kendisini azmettirenin Bürokratik Oligarşi isteyip de yürütümeyen biri olduğu itirafında bulunmuş ya! YÖK program falan yapmak istemiyor ki.
Fakültelerdeki ve YÖKteki konu ile ilgili Bürokratik Oligarşi, YÖK'e "efendim, bütün alt kurullardan sırayla yukarıya doğru gelen bir "ortak program projesi" var.

Hep birlikte tek program da yaparlarsa ve yürütürlerse; çok mükemmel olacağını da arzuluyorlar, Lütfen oylayalım  da yardımcı olalım. Her biri ayrı ayrı Kurullarında uğraşmasınlar" diye bir program oylamaya sunulmuş. Oy çokluğuyla kabul edilmiş.

Güya "ortak program yapma Çalışma Grubu" da kendi ortaklıklarının YÖK Genel Kurulunda oylanan ve kendilerine gelen bir program olmadığını görmelerine rağmen "bir çalışma grubu üyesi dışında diğer üyelerden ve Dekanlardan ses gelmeyip de azami çoğunluğu genç bilim insanlarından ve öğrencilerden ve bir kaç on kişi öğretim üyesi bilim insanından tepkiler geldiğini görünce, sesler de kesilmeyip "n'oluyor orada, bu ne gürültü, halledilsin şu iş" denilince; kararını geri çekiyor.

Belki bürokratik oligarşi, YÖK'e böyle program çalışması ve oylaması yapılmasını tekli etmeyip konu gündeme alınmasaydı; hiç ilgilenmeyecekti. Öyle ya yasa kendisine bu hakkı vermiş olmakla birlikte yalnızca zorunlu okutulacak derslerin ve yardımcı derslerin neler olacağıyla ilgili genel program uygulaması oylamaya sunulur.

Derslerin ayrıntılı kredileri de dahil her fakülte ve bölümün ders sayıları ve tek tek kredileri ile ilgilenen ve oylayan YÖK GENEL KURULU bunun dışında başka hiç bir iş yapamaz ki! Her her bir bölümün bu şekilde oylaması seneler sürer. Oylama bütün bölümlerde bitince; yeni bir oylama dönemi daha başlar. İşte o zaman da YÖK YOK olur. Kimse YÖK Üyesi falan olmak istemez.

BU İŞ BÜROKRATİK OLİGARŞİNİN İŞİDİR. BAŞKA DEĞİL.

"FELSEFE TARTIŞMALARI HAYRA VESİLE OLACAK"SA!

"FELSEFE TARTIŞMALARI HAYRA VESİLE OLACAK"SA!

(http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Faruk_Beser/felsefe-tartismalari-hayra-vesile-olacak/39661)

Faruk Beşer'in yukarıda bağlantısını belirttiğimiz cümlelerinde birkaçı:
"Ankara İlahiyat'ta yakışıklı saçları ile gerçek bir filozof görünümündeki bir arkadaşımız sataşmasaydı bu konuya dönmeyecektim. Çünkü baştan itiraf ettim. Ben ne eğitimciyim ne de felsefeciyim."
"Felsefe aslında hikmetin izini sürer, böyle olmalıdır. Hikmet ise kaynağı vahiy olan bilgidir. Müminin yitiğidir."
"Yani biz felsefeye değil, onu gaye bilmeye, felsefeyi karşıya geçememeye, felsefede boğulmaya, aspirin gibi herkese yutturulmasına, kuru aklı yegâne bilgi edinme aracı olarak görmeye laf ediyoruz."
"Yeterli bilgisi olmayan insan, değer verdiğini peygamber gibi görür."

Sayın Beşer, "... inanıyorduk, ... düşünüyorduk, .....sanıyorduk" deyip kendisinin, felsefeci ve  eğitimci olmadığını; dolayısıyla konuya dönmeyeceğini belirtiyor, belirtiyor da yine dönüyor.

Kendi düşüncelerini ifade etme konusunda eleştiri yöneltenlerin eleştirilerini de "sataşma" olarak niteliyor. Bu yazıda görüş ve kanaatlerinin, sanılarının arka planını, gerekçelerini sıraladı.

21 Haziran 2013 tarihinde ortaya koyduğu "İlahiyatçıların kafası niye karışık?" (http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Faruk_Beser/ilahiyatcilarin-kafasi-neden-karisik/38247) başlıklı yazısını ve 7 Temmuz 2013 tarihindeki "Kelamcılar bize neden kızmış" (http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Faruk_Beser/kelamcilar-bize-neden-kizmis/38482) başlıklı yazılarını Facebook sayfamda bir kaç eleştiri ve soruyla paylaşıp, şimdi paylaştığım bu yazısından bir önceki "İlahiyatçıların kafası karışık dedik, hepten karıştı" (http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Faruk_Beser/ilahiyatcilarin-kafasi-karisik-dedik-hepten-karisti/39573) başlıklı yazısından sonra her üç yazıyı değerlendiren bir yazı kaleme almış, ancak yayınlamamıştım. Yazıyı son yazısından da hareketle M. Hamidullah'la ilgili önyargılarından bahsetmesi dolayısyla "felsefe" konusundaki kanaatlerinin de N. Fazıl ile ilgisine temas ederek şöyle bir öngörüyle ve başlıkla yayınlayacaktım.

"Faruk Beşer'in, bir veya birkaç yazı sonra "Felsefe öğrenmek gerekliymiş, felsefe İlahiyat Lisans Programında zorunlu olabilirmiş" noktasına geleceği öngördüğümü" yazacaktım. İşte bu yazısı ona yakın bir yazı olmuş da. Tam o değil. İlerde belki o noktaya da gelebilir.

Sayın Faruk Beşer, kanaatimce bu konuya daha çok döner. Çünkü kendisinin felsefeci ve eğitimci olmadığını, yalnızca bu konularda kanaatlerini ortaya koyduğunu, bunun da tuhaf görülemeyecek bir durum olduğuna işaret etse de konuya daha çok dönecektir ve hatta ilk yazısında ele aldığı konuya ve noktaya geri dönecektir. Kendi görüş ve kanaatlerini sunma ve paylaşma gerçekten çok doğal bir hak ve hukukun kullanımı ise de "kendi sanı, kanaat ve yaklaşımlarıyla felsefenin ve felsefecileri hiç sevmediği ve doğrulanması ve kabul edilmesi mümkün olmayan burhan dışı çıkarımlar ve nitelemelerde bulunarak felsefeyi, felsefecileri ve kendi kanaati dışında kanaati olanları ve bu kanaatler başkalarını itibarsızlaştıracak durumdaysa; bunlara karşılık vermek felsefe ile meşgul olanlar için neden tuhaf olsun ki!  İşte hangi anlamda anlaşılırsa anlaşılsın, burhanı öne çıkaran felsefe, "saçlarının yakışıklılığı ile bir insanın filozof görünümünde oluşu" çıkarımını temel bir mantık yanlışı olarak kabul etmektedir. Bu çıkarımda olanın farklı bir şekilde indirgenerek yansıtılması ve psikolojik bir dilin kullanılması söz konusudur.

Kendisini ifade ederken ve felsefe hakkındaki tavrının arkaplanını açıklarken ortaya koyduğu, "Yeterli bilgisi olmayan insan, değer verdiğini peygamber gibi görür." önermesi, felsefe ile iştiğal edenlerin öğrencileri ilk derste uyardıkları noktadır ve bir mantık yanlışı olmanın ötesinde insanı hakikat yanlışına sürükleyen bir önyargıdır. Önyargılarla mücadele ederken felsefeciler, "her gördüğün sakallıya aksakal dememek gerekir", "her gördüğün yaşlıya dede dememek gerekir" ve "her değer verdiğin insanı peygamber gibi görmemek gerekir" örneklerini verirler ve önyargıların kırılması noktasında insanın sanma ötesine geçmelerini salık verirler.

Ve "felsefeci ve eğitimci olmadığı" için bu program konulardan anlamama ve dolayısıyla konuya dönmek istememe vurgusu yapmasına rağmen bu son yazıya kadar ısrarla "kelam ve felsefenin ilahiyat lisans programlarında yer almaması, bunun yerine lisans üstü programlarda yer alması gerektiği kanaatlerini ve öngörülerini yapmaktan geri durmamıştır.

Şimdilik son olarak Sayın Beşer, bu son yazısında "Felsefeciler bize neden kızmış ki!" başlığını kullanmayıp o noktaya da gelmemiş olsa da bir sonraki yazılarında "felsefe lisans aşamasında da zorunlu olabilir ve okutulabilir/miş" noktasına gelecek ve bu konuyu noktalamak istiyor ve geri dönmek istemiyorsa; konu hakkında 7 Temmuz 2013 tarihinde yazdığı kanaatlerini yeniden değerlendirerek "İlahiyatçılar bize neden kızmış (kızmışmış) ki!" yazısıyla meseleyi yazı konusu etme noktasında  "bu mesele konusunda yazma jübilesi" ile tamamlasa yerinde bir tavır olur.

Gerçekten Sayın Beşer'in yüzünde bunu ortaya koyacak safiyette bir enerjinin dışa vurumu söz konusudur. Çünkü kendisinin "hikmetin müminin yitiği olduğu" beyanını dile getirmesinde olduğu gibi bu yitik, "ilahiyat", "felsefe" kavramında mündemiçse ve bu yitik eğer felsefecilerde var ise bunun onlardan alınması konusunda olumsuz tavır takınacağını düşünmüyorum. Bu yitik, felsefecilerin, akıl yürütme ve çıkarım yapma noktasında başkaları için yararlı olacakları konusunda ise bundan neden ictinab edilsin ki!

Not: Faruk Beşer'in "İlahiyat", ve "felsefe", "kelam" derslerinin İlahiyat lisans programında yer alıp almaması kanaatlerini dile getirdiği önceki yayınlanmış yazılarının değerlendirilmesine dair yazdığım ve yayınlamadığım yazı ile birlikte bu yazıyı yeniden birbiriyle bağlantılandırarak değerlendirip yayınlayacağım.

20.09.2013
Prof. Dr. Bayram Dalkılıç
N.E.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

19 Eylül 2013 Perşembe

Felsefeyle fazla uğraşmak, müslümanı saf inancından uzaklaştırır mı? Felsefe'ye fazlaca bağlanmak insanı tanınmaz hale getirir mi?

Felsefeyle fazla uğraşmak, müslümanı saf inancından uzaklaştırır mı? 
Felsefe'ye fazlaca bağlanmak insanı tanınmaz hale getirir mi? 
2 saat önceKonya yakınlarında · 
  • “İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nde doktora öğrenimi yaptıktan ve Durham Üniversitesi’nde ders vermeye başladıktan sonra, daha önce almış olduğum modern eğitim ile geleneksel eğitimim arasında bir çelişki hissettim. 1940’lı yılların sonu ile 1950’li yılların başlarında felsefe çalışmaktan doğan ciddi bir şüphe dönemi geçirdim.
    Bu, geleneksel inançlarımı darmadağın etti.'' (İslâmî Araştırmalar, Fazlurrahman özel sayısı, IV/4, Ekim-1990, 234)
    Yukarıdaki ifadeler Fazlurrahman'a ait. İslam Felsefesi üzerinde kafa yoran Mevlut Uyanik , Bayram Dalkılıç,Ismail Taş hocalarıma sormak isterim. Felsefeyle fazla uğraşmak, müslümanı saf inancından uzaklaştırır mı? Tıpkı Fazlurrahman'da olduğu gibi gelenek adı verdiği bütün birikimlere eleştirel gözle bakarak şahsı yıkıp darmadağın eder mi? Kısacası Felsefe'ye fazlaca bağlanmak insanı tanınmaz hale getirir mi?
    Not: Bu soruyu YÖK'ün son kararından sonra sorduğumu belirtmek isterim.

"Felsefe nedir? ve Felsefe çalışmanın anlamı" ile bağlantılı olarak bakılmalı ve cevaplanmalı.
Yaptığım felsefe araştırması ve felsefe çalışmaları, ne kadar felsefe çalışması olarak görülecekse ve görülürse; (buna alanın yetkilileri karar verir, verecektir) Düşünce tarihinde felsefe çabaları, din felsefeleri, Türk İslam Medeniyeti ve Modernlik anlamında asla bir uzaklaşma hissi duymak bir tarafa, böyle bir şey aklımın ucundan bile geçmedi.

Kendi zaviyemden bakarak belirteyim: Bu bilim insanları ve felsefe üzerinde kafa yoranlar, yalnızca düşünce tarihinin geçmişinde kalmamış olup ayrıca düşünce tarihinde de yalnızca Yunan Düşüncesi ile ilgilenmekle kalmamışlardır. Çeşitli medeniyetler konusunda araştırma yapmaya çalışmışlardır. Ötesi bugüne ve geleceğe dair de sözleri ve projeleri olduğunu çalışmalarında ortaya koymaktadırlar.

"Felsefeye bağlanmak, insanı tanınmaz hale getirir mi?"

Gerçekten çok güzel bir soru bu! Şimdi "felsefe"ye bağlanmak" ve "insanın tanınması" ve "tanınmaz hale gelmesi" noktasında dörtlü bir durum var!

Ne kadar felsefeye bağlanıyorsam ve bağlandıysam; siz hiç benim kendimi kaybettiğimi ve tanınmaz hale geldiğimi duydunuz, gördünüz veya gözlediniz mi?
Felsefe, akılla ilgili, akıldan hareket eden bir yapı arzeden bir çaba ise insan kendini niçin kaybetsin ki! Kendisini bulur ve bilir ve tanır. "Kendini tanı" ifadesi üç durumu da ifade eder.

Verdiğiniz örnekte olduğu gibi öznenin ne tür bir felsefe çalışması içinde olduğunu okumak, çözümlemek ve değerlendirmek önem arzetmektedir. Geleneksel eğitimi ile modern eğitim arasındaki hissettiği çelişki, onun çalışmakta olduğu felsefe, hangi türden felsefe olursa olsun gerçektir, çünkü özne bunu bizatihi yaşadığını belirtmiştir.

Burada şöyle bir durum önemlidir: Hangi gelenek, hangi modern? Moderni açıklama yapılmasa bile anlayabiliriz; fakat yine de burada modernin tecrübe edildiği yer/ülke önemlidir.

Kendi adıma bu tarzda bir çelişki yaşayabileceğim bir geleneksel eğitim tecrübem olmadı benim. Türkiye tecrübesi (ve kısa da olsa Suriye tecrübesi) de olsa; hep modern tecrübeydi. Küçük de olsa bir geleneksel eğitim tecrübesi uzun süre devam etse(ydi) değil modern eğitim tecrübesi, modern olmayan anlamda bir felsefe okuması ile de çelişki yaşayabileceğimi/yaşayabilecek olduğumu söyleyebilirim. Ancak buna öğrenim hayatımda hiç izin vermedim.

Örnek olarak İHL'ye ilk başladığım ilk yıllarda, ilk yaz tatili için Köy'e döndüğümde, köy camisi kadrosuz imamının okuttuğu Cami kursunda ezberlerimi pekiştirmek için devam etmeyi düşündüğüm ilk tecrübemde imamın, bizi (İLHlileri) sevmediğini ve 25-30 yaşlarında birinin köydeki görevini elinden alacağımızı hissettirdiği irkiltme ve itibarsızlaştırıcı düşünce ve görüşlerinin olduğunu farkettim, işittim, yaşadım. Ve çocukların elif-bâ cüzlerinin ve Kur'an-ı Kerimlerin üzerinde durduğu rahlelerin altından 40-50 cmlik değneklerin kaydırıldığını işittim. Bunlar sadece yönteme dair verdiğim örnekler. Ve bunlar devletin memurları olacaklar, namazları bile sorunlu olur gibi yaklaşımlar vs. Dolayısıyla hiç devam etmedim. İnsani ve medeni değildi, benim öğrenmekte olduğum İslamla da hiç ilgisi yoktu.

Bu geleneksel eğitim örneği mi? Bir yöntem olarak bakılabilir belki. Kötü bir örnek olarak değerlendirilmesi gerektiği ileri sürülebilir üstelik. Örnek kapsayıcı bir örnek değildir, denilebilir.

İşte verdiğiniz örnekteki öznenin tecrübesindeki çelişki noktalarından biri olan geleneksel eğitimde hangi konular, yöntemler ve örnekler vardı acaba?

Hiçbir geleneksel ve dini eğitim söz konusu olmasa bile "arıya, kuşa, ağaca, taşa Vahyeden" bana da kodlarımı yüklediğinde Kendisi, kendim ve çevrem konusunda yapmam ve yapmamam gerekenleri bana, "Kendini Tanı-Çevreni Tanı-Beni Tanı" dediğini çıkarabileceğimi ve bu kodlarla felsefe geliştirebileceğimi ve geliştirilebilineceğini düşünerek insanlığın tecrübesi olan medeniyetlerin birikimi olan felsefenin, hikmetin, düşüncenin ortaklıklar içerebileceğini ve tarihi bir birikim ve tecrübe olarak Yunanlıların Hind, Çin, Mezopotamya ve Mısır din ve medeniyetletinin sonuçlarından yararlanarak yeniden üretip geliştirdikleri felsefeyle uğraşmanın insanı kendini kaybetmeye götürebileceğini düşünmem ve kabul etmem mümkün değildir. Neden kaybetsin ki insan kendini.

İnsan kendini kaybedecekse; din ile, inanç ile, ibadet ile, muamelat ile de kaybedebilir.
Sözgelimi şöyle düşünebilir: "Kendisi gibi inananlar varken, böyle ibadet edenler dururken, şöyle takvalı ve geniş bir camiaya hitab eden biri varken ve bunun etrafındakiler çokken Cennet'e böyle olmayan, şunlar, onlar ve ötekiler mi girsin, girecek...vs."

Ve bir örnekle tamamlamaya çalışalım.
İnsan, Kur'an'da zikredilen Şeytan, müşrikler, İlahlık taslayanlar, dağları, taşları, otu, böceği putları ilah olarak telakki edinenler, inanç, ibadet, muamelat ve ahlak hakkındaki kötü örnekleri okuyor diye kendini kaybeder mi? Kaybeder mi kaybeder! Kendini kaybetmek için bunlarla ilgili verileri ve örnekleri okumaya ve anlatmaya gerek var mı? Hayır! Ancak "okunursa illa ki insan kendini kaybeder, kaybedebilir" diye okunmamalı, ilgilenilmemeli mi?!

Buradan hareketle İslam Tarihi, Medeniyet Tarihi okunmasını yasaklamak isteyenler çıkabilir mi? Neden olmasın!

Yalancı raviler ve mevzu hadisler mevzu bahis diye Hadis yasaklansın diyen olabilir mi? 40 Hadis ezberi 2 sure ezberine engel oluyor diye Hadis'in azaltılıp budanmasını isteyenler olabilir mi?
Anlamını bilmeyi, bilinçlemeyi engelliyor diye Kuran Kıraatine ve ezberine  karşı çıkanlar olabilir mi?

Tefsir'de İsrailiyyat söz konusu olabilir, hem İsrailiyyat'ı ayıklayabilmek için İbranca ve İncillerden tefsirlere yapılan sızmaları görmek ve ayıklamak için  Aramca, Yunanca öğrenmek ve bilmek gerek, öğrenmek ise çok zaman alır, bütçeye yazık etmemek gerek, bilen yoksa Tefsir'i kaldırmak gerek diyenler olabilir mi?

Ve Arapça, kaideler zor ve zaman alıyor, hem Kuranı anlamak için de ayrıntılı Arapça öğretmeye gerek yok diye Arapça dersini ıskalamak, derslerde meal anlatarak Arapça'yı işlevsizleştirmek isteyenler olabilir mi?...

Dersler önemli mi ya! Zaten bizim algımızda bir okul ve düzen değil diyerek dersleri zihinden ve gerçekten işlemeden geçiştirerek kaldıranlar olabilir mi? Neden olmasın!

Şimdi bütün bunlar ne ile çatışmadır. Kişinin kendini kaybederek gerçekleri ters yüz etmesi ve hakikati kalplaştırmasıdır.

Felsefe, hakikati içeriyor, Burhan üzere hareket ediyor, cedel, cedelimsi, hatabiyat, his ve hissiyat, çürük safsatalardan insanı uzaklaştırarak Gerçekle, gerçeklerle yüzyüze getiryorsa neden insan kendini kaybetsin ki! Bu anlamda filozof ve felsefecilerin katkıları olmuşsa onların milliyeti, memleketinini engelleyici bir rol oynaması mümkün olabilir mi?

Özellikle Aristoteles'in, kendine ulaşan birikimi, başta bilim sınıflamaları olmak üzere bilimlerin sistemleştirilmeleri ve başta "Felsefe-i Ûlâ" konusunda "Kendi Zatında Varolan Bir Düzen Koyucu" fikrine ulaştığı bilgileri içeren bir felsefe çalışması ve başka medeniyete katkı yapanların ürünlerinin incelenip araştırılması, insana neden kendini kaybettirsin ki! Neden çelişki yaşasın ki!

Ancak "İlahiyyat kavramına "ilahlar bilimi", "akılın ilahı bilimi", "aklın ilahlığı bilimi" anlamını yükleyip bu "İlahiyyat"ın da kendi ürünü olmadığını, dini saptırmak için kasıtlıca konulduğunu iddia eden yaklaşımın sahipleri, bu alanda çalışanları da -özellikle felsefe alanında çalışanları- tamamen farklı bir kategorizasyon içinde değerlendirmektedirler. Fakat burada şöyle bir yaman çelişki daha vardır.

Felsefeye ve İlahiyyat'a kavram ve kurum olarak bu şekilde saptırıcı anlam yükleyen zihniyet, yuakarıda örneklerini verdiğim her alana aynı şekilde saptırıcı anlamı yükleyip heme akla gelebilecek her alanı işlevsizleştirebileceklerdir.

Bir yaman çelişki daha. Felsefe dahil bazı alanlarda işlevsizleştirme ve itibarsızlaştırma eğilimi ve eylemi içinde bulunanlar, kendi düşünce, anlayış, ahlak ve tutum içinde olan bazılarının bu alanlarda görev yapmaları söz konusu olduğu zaman da alanı kullananları ve felsefe yapan, felsefe çalışması içinde olanların farklı noktalardaki zihin yapıları, memleketleri, milliyetleri, ilgi ve alakalarını gözönünde bulundurarak tavır takınma noktasına gelebilmektedirler. Yani kendileri gibi düşünen ve olanlar bu çalışmaları yapmış,  bu alanları doldurmuş ve bu alanlarda istihdam edilmiş olsalardı sorun olmayacaktı, sorun olmak şöyle dursun, aliyyu'l-âlâ bir durum olmuş olacaktı. Bu da başka birilerinin, "felsefe çalışma" ile "inançtan çıkma", "insanı tanınmaz hale getirme" orantısı kurma konusunda seviye(sizliğ)yi göstermesi açısından manidardır. Yani meselenin, insani, şahsi, ekonomik, mahalli, milli vb. boyutlar açısından ele alınmasını da ihmal etmemeyi ve dolayısıyla ortadaki ironiyi göstermesi açısından önemlidir.

Son bir not, felsefe ile ilgilenmenin ve çalışmanın modernlik güdümünde olduğunu ve böyle olduğunda da sorunlar içerip gelenekle çelişki ve çatışmaların yaşandığı tezini gelenek adına ileri sürenlerin, dış tavır ve tutumları, yaşayış ve teknoloji kullanma ve önlerindeki yaşantıyı "eğitim-öğretim- yeme-içme-ticaret vb. dahil" tavizsizce modernlikten yana kullanma ve harcama yönünde gerçekleşmekte, tezleri ile çelişen hayatlar kurma noktasında tezlerini savunmaları noktasında gerçekdışı örnekler olarak ve "zihinsel fikri gelenek" (ideal-ütopik tradition) ve "gerçekleşen modern yaşantı" (reel modernite) çelişkisi olarak zihin kamaştırmakta ve bunların tanınmaz kişiler haline mi geldikleri yoksa zihinsel numaralarla fiziksel numaralar mı saydıkları konusunda şaşkınlık oluşturmaktadır.

Umarım sorudan kasdettiğiniz cevaba yakın bir metin oluşmuştur da "saptırıcı çelişkiler"le örnekler vermiş olma çelişkisini de göstermemişimdir.

Soru sorulmaya muhatap görüldüğüm için ayrıca sonda da olsa teşekkür ederim.

20.09.2013 Bayram DALKILIÇ