22 Eylül 2013 Pazar

Daha ne "BA'DE TIMARI'L-BASRA"lar okuyacaksınız!

Daha ne "BA'DE TIMARI'L-BASRA"lar okuyacaksınız!

İş bitti ya!

Bu işi "USTA" istiyor diye inanıp etkili ve yetkili! yerlerde bulunanlar,
asla ve asla "bu iş yerinde bir iş değil" diyen bizlerin karşı tavırlarının,
asla ve asla kesinlikle ve kat'â sonuç vermesinin mümkün olmadığının,
sanısı, kanısı, inancıyla ve gûyâ " bu işin merkezi" bilgisi sahibi olduklarının,
atıp tutuculuğu, çok özel çevrelerine bunu da fısıldamakla da koltuklarının,
"durumu ve rahatlığı" deyin siz, "yapışkanlığı ve mayışkanlığı" diyeyim ben.
N'OLDU!...
DÜN NEREDEYDİNİZ! DÜN GEREKTİ HAMİYET! DİKKAT! RİKKAT! HİKMET!
HEM NEREDEYDİNİZ! DİN GEREKTİ ŞECAAT! İFFET! ADALET! VE HİMMET!
DÜŞERSİNİZ TEK TEK! "BİZE SORULSAYDI ÂH BİR EDİLSEYDİ DE DİKKAT"
DEYİP DE SESSİZCE USTADAN KORKARAK SESSİZ HEM DE ÇOK MİNNET
DUYGUSUYLA KALDINIZ KIPIRDAMADI KILINIZ. İŞ BİTTİ YA FISILDAYINIZ!
"BAKINDI BİZ VARDIK DA! BURADA GÖREVDEYDİK DE BUNDA DA UZMANIZ!
DİYE DİYE AZ SES ÇIKARINIZ! NE YAZIK! FİKİR-SÖZ GİTMEZ. YAZIKLISINIZ!

"BA'DE TIMARI'L-BASRA"
http://bayramdalkilic.blogspot.com/2013/09/bade-timaril-basra.html
http://bayramdalkilic.blogspot.com/2013/09/harun-anayin-felsefeyi-ne-saniyor-bu.html

İLAHİYATÇILARIN TOPLUMDAKİ ETKİ VE SORUMLULUKLARININ SORUMLULARI


"İlahiyatçıların toplumdaki etkisi"ni şartlarında da ele almak gereklidir.
Bakınız şu tartışmalar, "Fakülte Programı Yapılanması" üzerine çıktı.
Bir grup ilahiyatçı/lı olarak öğrenci, öğretim elemanı, diğer meslek grupları ve uygulama safhasındaki öğretmen ve diğer meslek elemanlarından tepkiler "kendilerini görmezden gelerek-paranteze alarak ve yok sayma girişiminde bulunarak, Fakülte'nin ismini değiştirerek kaldırma, program yapma ve program sayılma noktasında bırakın eksik olmayı hiçbir programlama esas ve süreçlerine uymayan bir devrim projesine karşı çıktı.
Olayın özü budur.
Bu özü gözden kaçırmamayı öneriyorum.
Şimdi veya 20-30 sene önce Dine, İslama aykırı olarak yapılan veya geliştirilen (bazı her ne ise) uygulamalar ve dün ve bugün icra edilen ahlaksızlıklar ve fuhşiyat  konusunda hiç kimse, İlahiyat Fakültelerinde felsefe grubu alanında görev yapan  beni tek başıma ve yakından tanıdığım hoca ve arkadaşlarımı yegane sorumlu olarak görüp ifşa edemez.
Hiç kimse, "Yalnızca sorumlu bunlardır. Vurun bunlara!" diyemez.
Bu, Allah indinde cürümdür, günahtır, aybdır.
Bu, Kul hak ve hukukunda ayb, tuhaf, ahlak dışıdır.
Bu, Hadiste asla yeri olmayan bir tavırdır.
Bu, Fıkıh indinde zahir ve mecaz anlamında anlamsızdır.
Bu, İslam Hukukunda asla illeti olmayan bir kıyastır.
Bu, Tarih önünde işenen olgusal olmayan saptırmadır.
Bu, Kelami anlamda uygun olmayan söz ve lafız kullanmadır.
Bu, başkasına hayat hakkı tanımama, dışlama, dışlaştırmadır.
Bu, içinde yaşadığımız toplum kurallarına göre uygunsuz aykırıdır.
Bu, sorumlu olduğumuz devletin kanun ve hukukuna göre suçtur.
Bu, hedef göstermedir, azmettirmedir, yönlendirmedir, yanlış yoldur.
Bu, hakka girmektir, hak dışıdır, hak gözetmemektir, haksızlık-hukuksuzluktur.
Kürsülerin saygınlığı vardır.
Kürsüler saygı hakederler.
Kürsü sahipleri kendi görevlerini yaparlar ve görevleri ve sorumlulukları çerçevesinde icraatta bulunabilecekleri gibi aynı çerçevede ilzam edilebilirler.
Önemi ve önemsizliği çerçevesinde herkesin kişisel etki, katkı ve sorumlulukları söz konusu ise o zaman bir meslek alanına ve mensuplarına karşı bir ayıplama ve küçük düşürücü, itibar zedeleyici tavırlarda bulunmak İslam ahlakının hiçbir noktasında mümkün değildir.
Bu işlerden yegane sorumlu yegane kişiler de İlahiyat Fakültelerinde görev yapan felsefe grubu öğretim elemanları değildir.
Kimin hangi dönemde, hangi tavırlar içinde olduğu ve ne tür sesler çıkardığı yada çıkaramadığı tarih, fizik ve metafizik olarak sabittir, kayıtlıdır.
Hiç kimse almadığı tavırlardan ve sorumluluklardan dolayı yalnızca bir kişiyi özellikle de bir grubu hedefine alıp suçlayamaz.

20 Eylül 2013 Cuma

BU İŞ BÜROKRATİK OLİGARŞİNİN İŞİDİR. BAŞKA DEĞİL.


Hani Sazmanya'da ihtilal yapıldıktan kısa süre sonra siviller karşı devrimle Askeri Oligarşiden tekrar Cumhuriyete dönüş yapmışlar da yargılamada ihtilali yapan teğmen bu işe kendisini azmettirenin Bürokratik Oligarşi isteyip de yürütümeyen biri olduğu itirafında bulunmuş ya! YÖK program falan yapmak istemiyor ki.
Fakültelerdeki ve YÖKteki konu ile ilgili Bürokratik Oligarşi, YÖK'e "efendim, bütün alt kurullardan sırayla yukarıya doğru gelen bir "ortak program projesi" var.

Hep birlikte tek program da yaparlarsa ve yürütürlerse; çok mükemmel olacağını da arzuluyorlar, Lütfen oylayalım  da yardımcı olalım. Her biri ayrı ayrı Kurullarında uğraşmasınlar" diye bir program oylamaya sunulmuş. Oy çokluğuyla kabul edilmiş.

Güya "ortak program yapma Çalışma Grubu" da kendi ortaklıklarının YÖK Genel Kurulunda oylanan ve kendilerine gelen bir program olmadığını görmelerine rağmen "bir çalışma grubu üyesi dışında diğer üyelerden ve Dekanlardan ses gelmeyip de azami çoğunluğu genç bilim insanlarından ve öğrencilerden ve bir kaç on kişi öğretim üyesi bilim insanından tepkiler geldiğini görünce, sesler de kesilmeyip "n'oluyor orada, bu ne gürültü, halledilsin şu iş" denilince; kararını geri çekiyor.

Belki bürokratik oligarşi, YÖK'e böyle program çalışması ve oylaması yapılmasını tekli etmeyip konu gündeme alınmasaydı; hiç ilgilenmeyecekti. Öyle ya yasa kendisine bu hakkı vermiş olmakla birlikte yalnızca zorunlu okutulacak derslerin ve yardımcı derslerin neler olacağıyla ilgili genel program uygulaması oylamaya sunulur.

Derslerin ayrıntılı kredileri de dahil her fakülte ve bölümün ders sayıları ve tek tek kredileri ile ilgilenen ve oylayan YÖK GENEL KURULU bunun dışında başka hiç bir iş yapamaz ki! Her her bir bölümün bu şekilde oylaması seneler sürer. Oylama bütün bölümlerde bitince; yeni bir oylama dönemi daha başlar. İşte o zaman da YÖK YOK olur. Kimse YÖK Üyesi falan olmak istemez.

BU İŞ BÜROKRATİK OLİGARŞİNİN İŞİDİR. BAŞKA DEĞİL.

"FELSEFE TARTIŞMALARI HAYRA VESİLE OLACAK"SA!

"FELSEFE TARTIŞMALARI HAYRA VESİLE OLACAK"SA!

(http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Faruk_Beser/felsefe-tartismalari-hayra-vesile-olacak/39661)

Faruk Beşer'in yukarıda bağlantısını belirttiğimiz cümlelerinde birkaçı:
"Ankara İlahiyat'ta yakışıklı saçları ile gerçek bir filozof görünümündeki bir arkadaşımız sataşmasaydı bu konuya dönmeyecektim. Çünkü baştan itiraf ettim. Ben ne eğitimciyim ne de felsefeciyim."
"Felsefe aslında hikmetin izini sürer, böyle olmalıdır. Hikmet ise kaynağı vahiy olan bilgidir. Müminin yitiğidir."
"Yani biz felsefeye değil, onu gaye bilmeye, felsefeyi karşıya geçememeye, felsefede boğulmaya, aspirin gibi herkese yutturulmasına, kuru aklı yegâne bilgi edinme aracı olarak görmeye laf ediyoruz."
"Yeterli bilgisi olmayan insan, değer verdiğini peygamber gibi görür."

Sayın Beşer, "... inanıyorduk, ... düşünüyorduk, .....sanıyorduk" deyip kendisinin, felsefeci ve  eğitimci olmadığını; dolayısıyla konuya dönmeyeceğini belirtiyor, belirtiyor da yine dönüyor.

Kendi düşüncelerini ifade etme konusunda eleştiri yöneltenlerin eleştirilerini de "sataşma" olarak niteliyor. Bu yazıda görüş ve kanaatlerinin, sanılarının arka planını, gerekçelerini sıraladı.

21 Haziran 2013 tarihinde ortaya koyduğu "İlahiyatçıların kafası niye karışık?" (http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Faruk_Beser/ilahiyatcilarin-kafasi-neden-karisik/38247) başlıklı yazısını ve 7 Temmuz 2013 tarihindeki "Kelamcılar bize neden kızmış" (http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Faruk_Beser/kelamcilar-bize-neden-kizmis/38482) başlıklı yazılarını Facebook sayfamda bir kaç eleştiri ve soruyla paylaşıp, şimdi paylaştığım bu yazısından bir önceki "İlahiyatçıların kafası karışık dedik, hepten karıştı" (http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Faruk_Beser/ilahiyatcilarin-kafasi-karisik-dedik-hepten-karisti/39573) başlıklı yazısından sonra her üç yazıyı değerlendiren bir yazı kaleme almış, ancak yayınlamamıştım. Yazıyı son yazısından da hareketle M. Hamidullah'la ilgili önyargılarından bahsetmesi dolayısyla "felsefe" konusundaki kanaatlerinin de N. Fazıl ile ilgisine temas ederek şöyle bir öngörüyle ve başlıkla yayınlayacaktım.

"Faruk Beşer'in, bir veya birkaç yazı sonra "Felsefe öğrenmek gerekliymiş, felsefe İlahiyat Lisans Programında zorunlu olabilirmiş" noktasına geleceği öngördüğümü" yazacaktım. İşte bu yazısı ona yakın bir yazı olmuş da. Tam o değil. İlerde belki o noktaya da gelebilir.

Sayın Faruk Beşer, kanaatimce bu konuya daha çok döner. Çünkü kendisinin felsefeci ve eğitimci olmadığını, yalnızca bu konularda kanaatlerini ortaya koyduğunu, bunun da tuhaf görülemeyecek bir durum olduğuna işaret etse de konuya daha çok dönecektir ve hatta ilk yazısında ele aldığı konuya ve noktaya geri dönecektir. Kendi görüş ve kanaatlerini sunma ve paylaşma gerçekten çok doğal bir hak ve hukukun kullanımı ise de "kendi sanı, kanaat ve yaklaşımlarıyla felsefenin ve felsefecileri hiç sevmediği ve doğrulanması ve kabul edilmesi mümkün olmayan burhan dışı çıkarımlar ve nitelemelerde bulunarak felsefeyi, felsefecileri ve kendi kanaati dışında kanaati olanları ve bu kanaatler başkalarını itibarsızlaştıracak durumdaysa; bunlara karşılık vermek felsefe ile meşgul olanlar için neden tuhaf olsun ki!  İşte hangi anlamda anlaşılırsa anlaşılsın, burhanı öne çıkaran felsefe, "saçlarının yakışıklılığı ile bir insanın filozof görünümünde oluşu" çıkarımını temel bir mantık yanlışı olarak kabul etmektedir. Bu çıkarımda olanın farklı bir şekilde indirgenerek yansıtılması ve psikolojik bir dilin kullanılması söz konusudur.

Kendisini ifade ederken ve felsefe hakkındaki tavrının arkaplanını açıklarken ortaya koyduğu, "Yeterli bilgisi olmayan insan, değer verdiğini peygamber gibi görür." önermesi, felsefe ile iştiğal edenlerin öğrencileri ilk derste uyardıkları noktadır ve bir mantık yanlışı olmanın ötesinde insanı hakikat yanlışına sürükleyen bir önyargıdır. Önyargılarla mücadele ederken felsefeciler, "her gördüğün sakallıya aksakal dememek gerekir", "her gördüğün yaşlıya dede dememek gerekir" ve "her değer verdiğin insanı peygamber gibi görmemek gerekir" örneklerini verirler ve önyargıların kırılması noktasında insanın sanma ötesine geçmelerini salık verirler.

Ve "felsefeci ve eğitimci olmadığı" için bu program konulardan anlamama ve dolayısıyla konuya dönmek istememe vurgusu yapmasına rağmen bu son yazıya kadar ısrarla "kelam ve felsefenin ilahiyat lisans programlarında yer almaması, bunun yerine lisans üstü programlarda yer alması gerektiği kanaatlerini ve öngörülerini yapmaktan geri durmamıştır.

Şimdilik son olarak Sayın Beşer, bu son yazısında "Felsefeciler bize neden kızmış ki!" başlığını kullanmayıp o noktaya da gelmemiş olsa da bir sonraki yazılarında "felsefe lisans aşamasında da zorunlu olabilir ve okutulabilir/miş" noktasına gelecek ve bu konuyu noktalamak istiyor ve geri dönmek istemiyorsa; konu hakkında 7 Temmuz 2013 tarihinde yazdığı kanaatlerini yeniden değerlendirerek "İlahiyatçılar bize neden kızmış (kızmışmış) ki!" yazısıyla meseleyi yazı konusu etme noktasında  "bu mesele konusunda yazma jübilesi" ile tamamlasa yerinde bir tavır olur.

Gerçekten Sayın Beşer'in yüzünde bunu ortaya koyacak safiyette bir enerjinin dışa vurumu söz konusudur. Çünkü kendisinin "hikmetin müminin yitiği olduğu" beyanını dile getirmesinde olduğu gibi bu yitik, "ilahiyat", "felsefe" kavramında mündemiçse ve bu yitik eğer felsefecilerde var ise bunun onlardan alınması konusunda olumsuz tavır takınacağını düşünmüyorum. Bu yitik, felsefecilerin, akıl yürütme ve çıkarım yapma noktasında başkaları için yararlı olacakları konusunda ise bundan neden ictinab edilsin ki!

Not: Faruk Beşer'in "İlahiyat", ve "felsefe", "kelam" derslerinin İlahiyat lisans programında yer alıp almaması kanaatlerini dile getirdiği önceki yayınlanmış yazılarının değerlendirilmesine dair yazdığım ve yayınlamadığım yazı ile birlikte bu yazıyı yeniden birbiriyle bağlantılandırarak değerlendirip yayınlayacağım.

20.09.2013
Prof. Dr. Bayram Dalkılıç
N.E.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

19 Eylül 2013 Perşembe

Felsefeyle fazla uğraşmak, müslümanı saf inancından uzaklaştırır mı? Felsefe'ye fazlaca bağlanmak insanı tanınmaz hale getirir mi?

Felsefeyle fazla uğraşmak, müslümanı saf inancından uzaklaştırır mı? 
Felsefe'ye fazlaca bağlanmak insanı tanınmaz hale getirir mi? 
2 saat önceKonya yakınlarında · 
  • “İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nde doktora öğrenimi yaptıktan ve Durham Üniversitesi’nde ders vermeye başladıktan sonra, daha önce almış olduğum modern eğitim ile geleneksel eğitimim arasında bir çelişki hissettim. 1940’lı yılların sonu ile 1950’li yılların başlarında felsefe çalışmaktan doğan ciddi bir şüphe dönemi geçirdim.
    Bu, geleneksel inançlarımı darmadağın etti.'' (İslâmî Araştırmalar, Fazlurrahman özel sayısı, IV/4, Ekim-1990, 234)
    Yukarıdaki ifadeler Fazlurrahman'a ait. İslam Felsefesi üzerinde kafa yoran Mevlut Uyanik , Bayram Dalkılıç,Ismail Taş hocalarıma sormak isterim. Felsefeyle fazla uğraşmak, müslümanı saf inancından uzaklaştırır mı? Tıpkı Fazlurrahman'da olduğu gibi gelenek adı verdiği bütün birikimlere eleştirel gözle bakarak şahsı yıkıp darmadağın eder mi? Kısacası Felsefe'ye fazlaca bağlanmak insanı tanınmaz hale getirir mi?
    Not: Bu soruyu YÖK'ün son kararından sonra sorduğumu belirtmek isterim.

"Felsefe nedir? ve Felsefe çalışmanın anlamı" ile bağlantılı olarak bakılmalı ve cevaplanmalı.
Yaptığım felsefe araştırması ve felsefe çalışmaları, ne kadar felsefe çalışması olarak görülecekse ve görülürse; (buna alanın yetkilileri karar verir, verecektir) Düşünce tarihinde felsefe çabaları, din felsefeleri, Türk İslam Medeniyeti ve Modernlik anlamında asla bir uzaklaşma hissi duymak bir tarafa, böyle bir şey aklımın ucundan bile geçmedi.

Kendi zaviyemden bakarak belirteyim: Bu bilim insanları ve felsefe üzerinde kafa yoranlar, yalnızca düşünce tarihinin geçmişinde kalmamış olup ayrıca düşünce tarihinde de yalnızca Yunan Düşüncesi ile ilgilenmekle kalmamışlardır. Çeşitli medeniyetler konusunda araştırma yapmaya çalışmışlardır. Ötesi bugüne ve geleceğe dair de sözleri ve projeleri olduğunu çalışmalarında ortaya koymaktadırlar.

"Felsefeye bağlanmak, insanı tanınmaz hale getirir mi?"

Gerçekten çok güzel bir soru bu! Şimdi "felsefe"ye bağlanmak" ve "insanın tanınması" ve "tanınmaz hale gelmesi" noktasında dörtlü bir durum var!

Ne kadar felsefeye bağlanıyorsam ve bağlandıysam; siz hiç benim kendimi kaybettiğimi ve tanınmaz hale geldiğimi duydunuz, gördünüz veya gözlediniz mi?
Felsefe, akılla ilgili, akıldan hareket eden bir yapı arzeden bir çaba ise insan kendini niçin kaybetsin ki! Kendisini bulur ve bilir ve tanır. "Kendini tanı" ifadesi üç durumu da ifade eder.

Verdiğiniz örnekte olduğu gibi öznenin ne tür bir felsefe çalışması içinde olduğunu okumak, çözümlemek ve değerlendirmek önem arzetmektedir. Geleneksel eğitimi ile modern eğitim arasındaki hissettiği çelişki, onun çalışmakta olduğu felsefe, hangi türden felsefe olursa olsun gerçektir, çünkü özne bunu bizatihi yaşadığını belirtmiştir.

Burada şöyle bir durum önemlidir: Hangi gelenek, hangi modern? Moderni açıklama yapılmasa bile anlayabiliriz; fakat yine de burada modernin tecrübe edildiği yer/ülke önemlidir.

Kendi adıma bu tarzda bir çelişki yaşayabileceğim bir geleneksel eğitim tecrübem olmadı benim. Türkiye tecrübesi (ve kısa da olsa Suriye tecrübesi) de olsa; hep modern tecrübeydi. Küçük de olsa bir geleneksel eğitim tecrübesi uzun süre devam etse(ydi) değil modern eğitim tecrübesi, modern olmayan anlamda bir felsefe okuması ile de çelişki yaşayabileceğimi/yaşayabilecek olduğumu söyleyebilirim. Ancak buna öğrenim hayatımda hiç izin vermedim.

Örnek olarak İHL'ye ilk başladığım ilk yıllarda, ilk yaz tatili için Köy'e döndüğümde, köy camisi kadrosuz imamının okuttuğu Cami kursunda ezberlerimi pekiştirmek için devam etmeyi düşündüğüm ilk tecrübemde imamın, bizi (İLHlileri) sevmediğini ve 25-30 yaşlarında birinin köydeki görevini elinden alacağımızı hissettirdiği irkiltme ve itibarsızlaştırıcı düşünce ve görüşlerinin olduğunu farkettim, işittim, yaşadım. Ve çocukların elif-bâ cüzlerinin ve Kur'an-ı Kerimlerin üzerinde durduğu rahlelerin altından 40-50 cmlik değneklerin kaydırıldığını işittim. Bunlar sadece yönteme dair verdiğim örnekler. Ve bunlar devletin memurları olacaklar, namazları bile sorunlu olur gibi yaklaşımlar vs. Dolayısıyla hiç devam etmedim. İnsani ve medeni değildi, benim öğrenmekte olduğum İslamla da hiç ilgisi yoktu.

Bu geleneksel eğitim örneği mi? Bir yöntem olarak bakılabilir belki. Kötü bir örnek olarak değerlendirilmesi gerektiği ileri sürülebilir üstelik. Örnek kapsayıcı bir örnek değildir, denilebilir.

İşte verdiğiniz örnekteki öznenin tecrübesindeki çelişki noktalarından biri olan geleneksel eğitimde hangi konular, yöntemler ve örnekler vardı acaba?

Hiçbir geleneksel ve dini eğitim söz konusu olmasa bile "arıya, kuşa, ağaca, taşa Vahyeden" bana da kodlarımı yüklediğinde Kendisi, kendim ve çevrem konusunda yapmam ve yapmamam gerekenleri bana, "Kendini Tanı-Çevreni Tanı-Beni Tanı" dediğini çıkarabileceğimi ve bu kodlarla felsefe geliştirebileceğimi ve geliştirilebilineceğini düşünerek insanlığın tecrübesi olan medeniyetlerin birikimi olan felsefenin, hikmetin, düşüncenin ortaklıklar içerebileceğini ve tarihi bir birikim ve tecrübe olarak Yunanlıların Hind, Çin, Mezopotamya ve Mısır din ve medeniyetletinin sonuçlarından yararlanarak yeniden üretip geliştirdikleri felsefeyle uğraşmanın insanı kendini kaybetmeye götürebileceğini düşünmem ve kabul etmem mümkün değildir. Neden kaybetsin ki insan kendini.

İnsan kendini kaybedecekse; din ile, inanç ile, ibadet ile, muamelat ile de kaybedebilir.
Sözgelimi şöyle düşünebilir: "Kendisi gibi inananlar varken, böyle ibadet edenler dururken, şöyle takvalı ve geniş bir camiaya hitab eden biri varken ve bunun etrafındakiler çokken Cennet'e böyle olmayan, şunlar, onlar ve ötekiler mi girsin, girecek...vs."

Ve bir örnekle tamamlamaya çalışalım.
İnsan, Kur'an'da zikredilen Şeytan, müşrikler, İlahlık taslayanlar, dağları, taşları, otu, böceği putları ilah olarak telakki edinenler, inanç, ibadet, muamelat ve ahlak hakkındaki kötü örnekleri okuyor diye kendini kaybeder mi? Kaybeder mi kaybeder! Kendini kaybetmek için bunlarla ilgili verileri ve örnekleri okumaya ve anlatmaya gerek var mı? Hayır! Ancak "okunursa illa ki insan kendini kaybeder, kaybedebilir" diye okunmamalı, ilgilenilmemeli mi?!

Buradan hareketle İslam Tarihi, Medeniyet Tarihi okunmasını yasaklamak isteyenler çıkabilir mi? Neden olmasın!

Yalancı raviler ve mevzu hadisler mevzu bahis diye Hadis yasaklansın diyen olabilir mi? 40 Hadis ezberi 2 sure ezberine engel oluyor diye Hadis'in azaltılıp budanmasını isteyenler olabilir mi?
Anlamını bilmeyi, bilinçlemeyi engelliyor diye Kuran Kıraatine ve ezberine  karşı çıkanlar olabilir mi?

Tefsir'de İsrailiyyat söz konusu olabilir, hem İsrailiyyat'ı ayıklayabilmek için İbranca ve İncillerden tefsirlere yapılan sızmaları görmek ve ayıklamak için  Aramca, Yunanca öğrenmek ve bilmek gerek, öğrenmek ise çok zaman alır, bütçeye yazık etmemek gerek, bilen yoksa Tefsir'i kaldırmak gerek diyenler olabilir mi?

Ve Arapça, kaideler zor ve zaman alıyor, hem Kuranı anlamak için de ayrıntılı Arapça öğretmeye gerek yok diye Arapça dersini ıskalamak, derslerde meal anlatarak Arapça'yı işlevsizleştirmek isteyenler olabilir mi?...

Dersler önemli mi ya! Zaten bizim algımızda bir okul ve düzen değil diyerek dersleri zihinden ve gerçekten işlemeden geçiştirerek kaldıranlar olabilir mi? Neden olmasın!

Şimdi bütün bunlar ne ile çatışmadır. Kişinin kendini kaybederek gerçekleri ters yüz etmesi ve hakikati kalplaştırmasıdır.

Felsefe, hakikati içeriyor, Burhan üzere hareket ediyor, cedel, cedelimsi, hatabiyat, his ve hissiyat, çürük safsatalardan insanı uzaklaştırarak Gerçekle, gerçeklerle yüzyüze getiryorsa neden insan kendini kaybetsin ki! Bu anlamda filozof ve felsefecilerin katkıları olmuşsa onların milliyeti, memleketinini engelleyici bir rol oynaması mümkün olabilir mi?

Özellikle Aristoteles'in, kendine ulaşan birikimi, başta bilim sınıflamaları olmak üzere bilimlerin sistemleştirilmeleri ve başta "Felsefe-i Ûlâ" konusunda "Kendi Zatında Varolan Bir Düzen Koyucu" fikrine ulaştığı bilgileri içeren bir felsefe çalışması ve başka medeniyete katkı yapanların ürünlerinin incelenip araştırılması, insana neden kendini kaybettirsin ki! Neden çelişki yaşasın ki!

Ancak "İlahiyyat kavramına "ilahlar bilimi", "akılın ilahı bilimi", "aklın ilahlığı bilimi" anlamını yükleyip bu "İlahiyyat"ın da kendi ürünü olmadığını, dini saptırmak için kasıtlıca konulduğunu iddia eden yaklaşımın sahipleri, bu alanda çalışanları da -özellikle felsefe alanında çalışanları- tamamen farklı bir kategorizasyon içinde değerlendirmektedirler. Fakat burada şöyle bir yaman çelişki daha vardır.

Felsefeye ve İlahiyyat'a kavram ve kurum olarak bu şekilde saptırıcı anlam yükleyen zihniyet, yuakarıda örneklerini verdiğim her alana aynı şekilde saptırıcı anlamı yükleyip heme akla gelebilecek her alanı işlevsizleştirebileceklerdir.

Bir yaman çelişki daha. Felsefe dahil bazı alanlarda işlevsizleştirme ve itibarsızlaştırma eğilimi ve eylemi içinde bulunanlar, kendi düşünce, anlayış, ahlak ve tutum içinde olan bazılarının bu alanlarda görev yapmaları söz konusu olduğu zaman da alanı kullananları ve felsefe yapan, felsefe çalışması içinde olanların farklı noktalardaki zihin yapıları, memleketleri, milliyetleri, ilgi ve alakalarını gözönünde bulundurarak tavır takınma noktasına gelebilmektedirler. Yani kendileri gibi düşünen ve olanlar bu çalışmaları yapmış,  bu alanları doldurmuş ve bu alanlarda istihdam edilmiş olsalardı sorun olmayacaktı, sorun olmak şöyle dursun, aliyyu'l-âlâ bir durum olmuş olacaktı. Bu da başka birilerinin, "felsefe çalışma" ile "inançtan çıkma", "insanı tanınmaz hale getirme" orantısı kurma konusunda seviye(sizliğ)yi göstermesi açısından manidardır. Yani meselenin, insani, şahsi, ekonomik, mahalli, milli vb. boyutlar açısından ele alınmasını da ihmal etmemeyi ve dolayısıyla ortadaki ironiyi göstermesi açısından önemlidir.

Son bir not, felsefe ile ilgilenmenin ve çalışmanın modernlik güdümünde olduğunu ve böyle olduğunda da sorunlar içerip gelenekle çelişki ve çatışmaların yaşandığı tezini gelenek adına ileri sürenlerin, dış tavır ve tutumları, yaşayış ve teknoloji kullanma ve önlerindeki yaşantıyı "eğitim-öğretim- yeme-içme-ticaret vb. dahil" tavizsizce modernlikten yana kullanma ve harcama yönünde gerçekleşmekte, tezleri ile çelişen hayatlar kurma noktasında tezlerini savunmaları noktasında gerçekdışı örnekler olarak ve "zihinsel fikri gelenek" (ideal-ütopik tradition) ve "gerçekleşen modern yaşantı" (reel modernite) çelişkisi olarak zihin kamaştırmakta ve bunların tanınmaz kişiler haline mi geldikleri yoksa zihinsel numaralarla fiziksel numaralar mı saydıkları konusunda şaşkınlık oluşturmaktadır.

Umarım sorudan kasdettiğiniz cevaba yakın bir metin oluşmuştur da "saptırıcı çelişkiler"le örnekler vermiş olma çelişkisini de göstermemişimdir.

Soru sorulmaya muhatap görüldüğüm için ayrıca sonda da olsa teşekkür ederim.

20.09.2013 Bayram DALKILIÇ          

İLAHİYAT FAKÜLTELERİNİN BU DURUMU KESİNLİKLE HAKETMEDİKLERİNİ KAMUOYUNA SAYGIYLA DUYURUYORUM.

Kurul toplayamayanlar, kurul kararlarını imza için üyelere sunamayanlar, ya bugün bir terslik olup şu "İlahiyat Çalışma Grubunun hangi çalışmalarla! ve hangi ortaklıkta! ve hangi "orta yollu program"sa; onun çıkmayacağından nasıl emin olabilirlerdi ki?

Ya YÖK Genel Kurulu, "bu işe başladık, oyladık, onayladık, bütün olanlardan sonra hiç iyi de olmadık" düşüncesiyle bugün 19. 09.2013 tarihinde o "orta yollu program"ı oylamaya sunma kararı alıp oylamada da oy birliği ya da oy çokluğu ile geçseydi ne olurdu halleri?!

Bakın, iddiaya girerim, o programı bekleyip hele bir de kendi katkıları ve notları varsa program üzerinde, bugün o programın çıkacağının hayalini kuran(lar) ve rüyasını görenler; hele çıktıktan sonra da "ben demiştim kardeşim, bu programda çok emeğimiz vardı" demeyi ve medyaya bile masaya ortak bir şekilde 2-3 kişi oturarak basın açıklaması hayalini bile kuranlar ve artık Kurulları kendinden emin tavırlarla toplantıya çağırmayı düşünenler olmadıysa;  göreceksiniz.

"Şimdiye kadar ileriye dönük bütün saptamalarımın ve futuroloji bağlantılı öngörülerimin hep çıktığını" görmemiş olamazsınız.

Yakın zamanda birkaç geri çekilme kesinlikle öngörüyorum.

İlahiyat Fakülteleri bu şekilde davranılarak görev ve yetki alanlarının boş yere meşgul edilmesini haketmiyor.

Neden bunu öngörüyorum.

Çünkü eğer şimdi bunu yapmazlarsa; "çalışma gruplarında da varlarsa; kendilerinin hazırladığı ortak programı Genel Kurula sunulmayıp, "pseudo programme" konusunda, bu programa karşı çıkan uygun olmadığını sözlü ve yazılı belirten, kurullarda görüşlerini kaydettirmek için çabalayan, kurulların toplanmasını ve çalıştırılmasını isteyen bilim insanlarının çabası sonuç verene kadar, YÖK Başkanlığı Dekanları toplayana kadar itirazlarını ve program kargaşası yaşandığını sözlü, yazılı ortaya koymayanların, konu hakkında yetkili kurullara bilgi aktarıp paylaşmayanların artık yetki makamında oturacak ve yetki kullanırken eziklik hissetmeyecek bir yapıda olduklarını bir bilim insanı olarak kabul etmenin mümkün olmadığını, İlahiyat Fakültelerinin bu pozisyonu haketmediklerini kamuoyuna saygılarımla arzediyorum.

19.09.2013
Prof. Dr. Bayram DALKILIÇ
N.E.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

"İLAHİYAT, ALAN OLARAK FELSEFEYİ İÇİNDE ÖZÜNDE BARINDIRAN BİR YAPIDIR."

"İLAHİYAT, ALAN OLARAK FELSEFEYİ İÇİNDE ÖZÜNDE BARINDIRAN BİR YAPIDIR."
Bayram Dalkılıç

Prof. Dr. Tahir Yaran hocanın, bahsettiği (https://www.facebook.com/groups/409490782490294/permalink/417714045001301/)  

"İlahiyat Çalışma Grubunun hazırladığı bir program var. O program YÖK'te. O programın tam orta yol olduğunu düşünüyoruz ve onun uygulanmasından yanayız." beyanında sözü edilen "orta yollu programı" İlahiyat Fakültelerindeki BİLİM İNSANLARI bilmiyor, göremiyor nedense?!
Bu İlahiyat Çalışma Grubu, bu "orta yollu programı" hazırlarken Fakülte Öğretim elemanları, Fakülte Kurullarının görüşlerine müracat edip görüş veya öneri ya da Kurul Kararları alarak İlahiyat Çalışma Grubu Toplantılarında müzakere edildikten sonra mı oluşturuldu?
İşte muamma olan burası!
"Eski program belli dönemlerde hazırlanmış. Üniversitenin kendi başına çalıştığı dönemde hazırlanmış bir program değil. Yukarının talimatıyla yapılmış ilahiyatın bünyesine uymayan bir programı biz tatbik ediyoruz." diyor Tahir Yaran Hoca.
Ancak şu "orta yollu programı" kimin, nerede, kimlerle görüşerek ve hangi taslakların görüşülmesi ve elenmesi sonucunda oluşturulduğunu bir türlü öğrenemedik.
O zaman bu "orta yollu program" hangi dönemde, hangi taraftan hazırlanmış bir programdır?
Tahir Yaren hoca, "İslami ilimlerin İlahiyat fakültelerinde doğru öğretilmesini istiyoruz. Ama Felsefe dersleri de İslami ilimlerin öğretilmesine yardımcı bir ders grubudur. İlahiyat programı içerisinde felsefe derslerinin de bulunmasını fayda görüyoruz." sözleriyle kendisinin branşı olan Mantık alanını da yardımcı ders grubunda mı görüyor. Eğer kendisi kendi branşını bu şekilde görüyorsa, işte Mantığı bilmeyenler, anlamayanlar, zor bulanlar da gereksiz, atılması gereken bir ders olarak görüyorlar. Nerede kendisine yer bulacak bu anlayışta FELSEFE GRUBU DERSLER.
Haydi diyelim ki Mantık, alet ilmi olduğu için felsefe kadar tepki çekmeyeceği düşünülüyor ve böyle söyleniyorsa; o zaman Arapça da ilim, İlahiyat ve İslami ilimler için bir alet ilmidir. Ve başka dersler de aynı şekilde "Varlığı- Bizatihi Varlığın Varlığını Anlamada ve İnsanlara Anlatıp Birin, BİR OLANIN; TEK VARLIĞIN TEMEL OLARAK İSPATI BAŞTA OLMAK ÜZERE BU VARLIĞIN ALEM VE İNSAN LA İLİŞKİLERİNİ KONU EDİNEN İlahiyat için hep YARDIMCI ALANLARDIR; VESİLELERDİR; VASITALARDIR; ALETLERDİR.
İLAHİYATTA FELSEFE GRUBU DİYE TANIMLANAN DERSLERDEN;
İSLAM AHLAK ESASLARI VE FELSEFESİ,
İSLAM FELSEFESİ,
DİN FESLEFESİ,
AHLAK FELSEFESİ,
DİN SOSYOLOJİSİ,
DİN PSİKOLOJİSİ,
DİN EĞİTİMİ (PEDAGOJİSİ)
DİNLER TARİHİ
VE ÖZELLİKLE
MANTIK
İLAHİYAT (BİLİM ALANI-DALI-KOLU-SAHASI-DİSİPLİNİ) FAKÜLTESİNİN
YARDIMCI DERSLERİ DEĞİLDİR.
TEMEL, YERLİ, KÖKLÜ, ZATİ DERSLERİDİR.
BİR ZAMANLAR TEPEDEN BU ŞEKİLDE ALGIYLA BÖYLE OLUŞTURULMUŞLAR
VE ŞİMDİYE KADAR BÖYLE DEVAM EDEGELMİŞTİR.
"İLAHİYAT" NEDİR?
"İLAHİYAT" KAPLAM-İÇLEM OLARAK NEREDE DURMAKTADIR?
"İLAHİYAT"IN HÜVİYETİ VE HAKİKATİ NEREYE UZANMAKTADIR?
NEDİR, NEREDE DURMAKTADIR VE NEREYE UZANMAKTADIR GERÇEKTEN?
İLAHİYAT İÇİN BAHSİ GEÇEN YÖK'TE BULUNAN "ORTA YOLLU PROGRAM" NEDİR, NEREDE DURMAKTADIR VE NEREYE UZANMAKTADIR GERÇEKTEN?
GERÇEKTEN MERAK EDİYORUM.
BİLİM İNSANLARI YARDIMCI OLABİLİR Mİ?

19.09.2013
Prof. Dr. Bayram Dalkılıç

18 Eylül 2013 Çarşamba

"VURUN İLAHİYAT(ÇI-LIY)A"!

Deve mi bu!
İlahiyat konu olunca millet nasıl da aslan kesiliyor ya hu!
Topu topu 4 sene okuyor. 365in yarısı tatil, bayram, sınav vs.
Öğrenci toplam 4 yılda 500 gün derste.
Yarısında da aklı başka yerde.
"Niye iyi ilahiyatçı yetişmiyor, niye ilahiyatçılar iyi yetiştirmiyor?
Zırt pırt.
Lan millet, "İlahiyatı adam edeceğiz", "ayar vereceğiz", "gard alıp omuz çıkacağız, kadro vermeyeceğiz, bu sahici ilahiyatçı mı, bu sapık mı, bu ehl-i... mi, bu mehl-i ...mi" diye zaman harcayıp ne kendi işini yapıyor ne alanında adam yetiştiriyor, ne kendi alanında bir adam eleştiriyor, ne kendi alanında fikir ortaya koyuyor.
"Vurun İlahiyat'a.
Vurun İlahiyatlı'ya!
Vurun İlahiyatçıya!
Bizi bize bırakın kardeşim.
Zaten birbirimizi yeyip duruyoruz.
Sanki dünyanın bilgisayarlarını Türk mühendisleri, otomobil markalarını Türk Otomotivcileri, Uzay istasyonlarını Türk Uzaybilimcileri, Tıp buluşlarını, sağlık sistemini, trafik kurallarını, asfalt dökmeyi, harita kadastro işlerini, ekonomiyi, teknik teknolojik ürünleri, iletişim ağ ve teknik donanımları, bilumum herşeyi Türk bilim adamları buldu da biz mi duymadık!
Yeni mezun Tıpçı kalp ameliyatı, mühendis plaza-gökdelen inşaatı, mimar Yavuz Sultan Selim Köprüsü planı, Uzaycı gezegen buluşu, kimyager bütün kirleri silen sabun, tarihçi Malazgirt meydan muharebesi, fizikçi astro fiziğin incelikleri, matematikçi sembolik mantığın incelikleri vs. vs.
Ne başardılar da bizim haberimiz olmadı.
Türkiye'nin dünya çapında toplam meşhur kaç bilim adamı mı var da İlahiyatlarda dünya çapında islam düşünürü var mıy mış?
Hepimiz dibidelik aynı gemideyiz.
Kimimiz güvertede, kimimiz iskele, kimimiz sancak tarafındayız.
Nereden bakarsan bak.
Hepimiz geminin kıçındayız.
Dahası yok.
Abdest almayı öğrenen, meal bitiren, elifbayı söken, tarikata giren, kendine bir cemaat bulan, İlahiyat Fakültesine ve İlahiyatçıya, İlahiyatlıya saldırıyor.
Yavaş olun bir, azıcık yavaş.
Kendi işlerimizden size dönemiyoruz ki.
Bir dönersek; savunacak sözünüz, sığınacak yeriniz kalmayacak.
Doçentlik dil sınav alanlarınız ve çıkan soruların altyapısı bile branşınızın diliyle neredeyse aynı! Kütüphanenizde kitap yoktur, odanızda kütüphane.
"Dindarım, dini bilirim, inanırım, camiye de gidiyorum ya da değilim ve gitmiyorum, öyleyse İlahiyat, ilahiyatçı, ilahiyatlı hakkında konuşuyor-atıyorum" modundan çıkın hele bir.
Zaten bizimki bize yetiyor.
19.09.2013
Bayram Dalkılıç

"Ah ilahiyat(çı) ah!"a Dair

"Ah ilahiyat(çı) ah!"a Dair
(http://yenisafak.com.tr/yazarlar/SuheybOgut/ah-ilahiyatci-ah/39630)

Super super EGO. Uç uç Erken Goşan Ol.
İlahiyat'ta başka hocalar okutursa; sekuler felsefe. Arkadaş okutunca gerçek felsefe.
El okutunca; itin, hiçin, piçin görüşleri. "O Fakir" okutursa Kıta Avrupası Felsefesi.
El filozofları sayınca; çocuklara gavurcukların adlarını ezberletmek. Kendisi okutunca hakiki filozofları hakkıyla öğretmek.
Başkası kullanınca  'Tasımlama', 'özdeksel', 'saltık' 'imgelem', 'eyitişim' tikel', 'ilinek' gibi sözcükler piç! Üstadın kullanıp birleştirdiği "fragmantasyoncu sekülerist mantık", "böyle bir fragmantasyon ve segregasyon", "sofistike metinler",  "fragmante bir fıkıh ya da kelam", "holistik bir perspektif", "huzursuz semptomlar", "felsefenin sofistikasyonu" gibi sözcüklü sentezleri ye yut iç.
"Hem vahyin azâmetini hakikaten idrak etmek hem de günümüzün nevzuhur dini olan sekülerizme ve onun mü'minlerine cevap vermek istiyorsan ilahiyatçı kardeşim, bu isimleri hakkıyla öğrenmen lazım." diye saydığı kişilerden sen bahsedersen bahsettiklerin hep faşist, kapitalist, materyalist, ipsiz, kopuk, ibne ve piç. Kendisi bahseder anlatırsa her birisi İvan İlyiç!.
Başkaları gayr-ı ehil felsefeci. Hazret 'faydalı' felsefeci".
İlahiyattaki hocalar okutunca ölmüş, adı unutulmuşların kronolojisi, üstad okutunca, Kıta Avrupa Felsefesi.
Yazıldığı gibi okutuluyorsa o da "felsefenin arka merdineni"ne bile çıkmazdır Allah bilir.
"Lâ"ya gelince. Başkası okutursa çocukların kafası karışır, imanı kaçar, "faydalı felsefeci" anlatırsa imanları gevreyen ve şaşıp uçan imanlarını kurtarıp yerine iade eder.
İlahiyat'taki felsefeciler "sekuler ve gayr-ı ehil". "Faydalı felsefeci" ise tam bir ehil.
"Lâ ilâhe"nin anlamına İlahiyatlı gençlerin nerelerden öğrenip geliyorlarsa, "ilahları, hem de şu ilahlarını, bu ilahlarını, futbol, sanat, üniversite vb. ilahlarını elimin tersiyle itiyorum" diyerek "ilah" terimine çoğul anlamı verdikten sonra, "ilahiyat"ın da "ilahlar bilimi" olduğu yanlış bilgisini temizlemek ve düzeltmek için İlahiyat hocalarının ve İlahiyattaki felsefecilerin neler çektiğini kim nereden bilebilir!? "Tek bir ilah vardır, Allahtır", "Allah'tan başka ilah yoktur" anlamı vermek ve bunu öğretmek için İlahiyat hocaları ve İlahiyattaki felsefeciler, gençlerin dışardaki sohbetlerde öğrendikleri mantıktan uzak, hissi, heyecan dolu, hamasi örneklerle dolu anlatıları mı takip edecekler.
Ve bir de Türkiye'de İlahiyat'ın kuruluş amacının işe yaramazlığı iddiası.
Örneksiz tezlerin sıralanması, heyecanın dozunun artırılması, samimiyet ifade ederken küçültücü, irkiltici ifadelerin kullanılması, sohbet ederek yazının sürdürülmesi, nihayet genel ifadeler, genelleyici yaklaşımlar, itibar zedeleyici ve suçlayıcı sıralamalar...
Bunların hangisi, "Kıta Avrupası Felsefesi"nin neresinde ve hangi ekolünün hangi yönteminin "yapı-sökümcü", "yapı-bozumcu", "yapı-çözümcü" yap-bozlarının "katı rasyonel", "açık reel" ve "fikri ideal"lerinde yer almaktadır. Marx'ı başkaları Ada felsefesi grubu içinde anlatınca da kızmamak lazım mı ki, yoksa herif Alman diye Adalı gösteriyorlar bir de deyip kızılmayı hakediyorlar mı ki!
Öyle ya gayr-ı ehil olanlar, nereden bilecekler.
Hem bilmezler, hem gençlerin kafasını karıştırırlar.
Kıta Avrupa Felsefesi, "ideolojilerin heyecanlı eleştirisi", "deliliğin yansımaları", "mevcut rejimlerin devrilmesi ütopyaları", "yorum bilimin sınırlarının alabildiğince zorlanması", "ilk akla gelen ve sıradan yorumun ötesine ulaşabilme", "yazar-mazar tanımayıp, hatta metni de aşıp niyet ötesi okumalar deneme", "aklına geleni gerekirse eleştiri olarak yöneltebilme" "aforizmaların zevkli dili" miydi?
Hegel, mevcut sistemlerin ve yegane sistemin eleştiricisi ve orada bırakıcı mıydı?
Statukonun, idealin, kesin ve sabit olanın, devletin filozofu muydu?...
İlahiyatların Türkiye'deki ve Üniversite içindeki kuruluşu, yeri ve eğitim sistemine yönelen eleştiriler içinde öteden beri ileri sürdüğüm ve savunduğum ortağa yakın görüşleri var yazarın.
Ancak bu sorun üniversite yapılanmasıyla ilgili bir sorundur.
İlahiyatçılar ve İlahiyattaki hocalar ve felsefeciler suçlusu değillerdir.
İlahiyat projesi konusunda ise 10 yıl gibi bir süreçte okumalar uzmanlık gerektiren alanlardır elbette.
Lisans üstü öğrenimde araştırmacılar işte bunu yapmaktadır zaten...
http://bayramdalkilic.blogspot.com/2013/09/ilahiyat-programi-derken-ilahiyat.html
19.09.2013
Bayram Dalkılıç                          

15 Eylül 2013 Pazar

"DERİNLİK STRATEJİSİ" BAKIMINDAN "İLAHİYAT PROGRAMI" DERKEN İLAHİYAT FAKÜLTELERİNİN ÖĞRETİM YIL SAYISI: 2+3= 5' DEN BAŞLAYAN YIL SAYILARIYLA. YÜKSEK LİSANS - DOKTORA DİPLOMASI VEREN BİR KURUMA DOĞRU

-"DERİNLİK STRATEJİSİ" BAKIMINDAN TÜRKİYE'NİN İLAHİYAT AÇILIMI-
"İLAHİYAT PROGRAMI" DERKEN İLAHİYAT FAKÜLTELERİNİN ÖĞRETİM YIL SAYISI:
2+3= 5' DEN BAŞLAYAN YIL SAYILARIYLA 2+2+1+1 VE SONRASI...
-YÜKSEK LİSANS - DOKTORA DİPLOMASI VEREN BİR KURUMA DOĞRU-
Prof. Dr. Bayram DALKILIÇ*

Eski Ankara İlahiyat Programı ve Erzurum İslami İlimler Fakültesi 5 yıllık ve Yüksek Lisans Diplomalıdır. Oralardan mezun olmuş çoğu Hocamız doğrudan Doktoraya başlamış ve alanlarında kariyer yapmışlardır. Ayrıca alanında Yüksek Lisans yaparak başlayan/başlatılanlar da bulunmaktadır. Bu programlar iyi düşünülmüş ve tecrübe edilmiş programlardır.

Yüksek İslam Enstitüleri ise 4 yıllık ve Lisans Diploması veren M.E.B.e bağlı müdürlüklerdi. Fakülteler Üniversiteye bağlı iken ve aynı zamanda ilahiyat-islami ilimler araştırmacısı yetiştiren akademik ortamlı bir kurum iken, İslam Enstitüleri, öğretmen yetiştiren ve kendileri de Öğretim elemanları (Enstitü Öğretmeni) tarafından öğretim veren kurumlardı. Halen o dönemlerde görev yapan hocalar Yüksek İslam Enstitüsünde öğretmenken şeklinde o dönemlerin hatıralarını anlatırken "öğretmen" ünvanına vurgu yaparlar. Hocalık ve asistanlık sistemi ile çalışan Enstitülerde asistan olanlar, öğretim görevliliği tezi hazırlayıp sunarak öğretim görevlisi ünvanını alırlardı. Bu noktada yaptıkları çalışmalar, Y. İ. Enstitüleri, İlahiyat Fakültesine çevrildikten sonra Dr. ünvanı almaları için kabul edilmiştir.

Ancak 1980 sonrası bütün Yüksek İslam Enstitüleri İlahiyat Fakültesine dönüşünce 1 yılı Hazırlıklı + 4 yıllık Lisans Diploması veren kurumlar haline getirilmiştir. Sonra Hazırlık kaldırılıp hepsi 4 yıla indirilmişti. Birkaç yıl önce tekrar Hazırlıklı 4 yıllık Lisans Diploması veren kurumlar haline getirilmişti. 

İşin özü: Arapçadan dolayı ülkemizde bazı akademisyenlerde Hazırlık takıntısı vardır. Bu takıntı aşılamayıp karar alma mekanizmalarında etkili olunca; öğrencilerde de Hazırlıkta kalma ve ikileme takıntı haline gelmekte, bu takıntı öğrenim hayatlarını olumsuz etkilemektedir. 

İlahiyattan başka hazırlıklı başka fakülteler yok mudur? Vardır elbette. Ancak 5 yıllık olup da Hazırlık yerine sayılabilecek dersler ilk yılda çoğunlukla verilip bazı dersler de sonraki dönemlere dağıtılmaktadır. Bu Fakülte ve bölümler halen mezunlarına 5 yıllık Fakülte ve bölüm oldukları için Yüksek Lisans Diploması vermektedirler. 

Veterinerlik Fakültesi, Eğitim Fakültesi ve Eğitim Fakültelerinin Orta Öğrenim yaptıran çoğu bölümü bunlardandır.  Gerçi bu bölümlerden bazıları tekrar 4 yıla döndürülmek istenmiştir. Ancak halen 5 yıllık bölümler vardır. 

Bu önemli midir?  Elbette önemlidir. "Hazırlıklı" Fakülte ve bölümlerin derslerini dağıttığınızda ve Fakülteyi 5 yıllık statüye kavuşturduğunuzda mezunlar Yüksek Lisans Diploması alma hakkına kavuşurlar. 

Aynı yıl sayısı öğrenim gören bir mezun doktoraya hemen başlarken, Hazırlıklı mezun 2-3 yıl yüksek lisans tamamlayıp bilim uzmanı olabilmekte ve sonrasında doktoraya başlayabilmektedir. 

Bu Hazırlıklı Fakültelere bu statüyü vermek, bazı hazırlıksız fakültelerin ve bölümlerin öğretim sürelerini 5 yıla çıkarılarak mezunlarının Yüksek Lisans Diplomasını almasını sağlamak kimin işi ve yetkisi dahilindedir? Elbette en yetkili kurul olan YÖKün. 

Peki bu işlev ve yetki, neden bu fakülteler ve mezunları için kullanılırken İlahiyat Fakültesi ve mezunlarının lehinde kullanılmamaktadır. Ve neden, niçin, niye? 

Birincil olarak işte bu hazırlık takıntısı yüzünden. 
Ve bazı bir kısmı bir zamanların Y.İ.E. mezunu da olan Dekanların ısrarla Hazırlık sınıfı proje ve planlamaları yüzünden. 

Yoksa Hazırlık özü itibarıyla kötü bir şey midir? 
Hayır. 
Ancak burada şöyle bir duruma dikkat çekelim. Üniversitelerimizde İlahiyat Fakültesi dışında bazı Fakültelerde de Hazırlık sınıfı uygulamaları vardır. Genellikle İngilizce yürütülen bu programlar çoğu yerde zorunlu değildir. Öğrenci isterse 1. sınıftan devam edebilir. Ancak çoğu Üniversite, öğretim düzenlemelerini buna göre yaptığı için zorunlu uygulama yapmakta, bir kısmı zorunlu olmadığı notunu düşmektedir. İlahiyat Fakültelerinde ilk yıl zorunlu değildi, uygulama zorunlu olarak yürütüldü ve kalmak yoktu, şu anda "kalmak var", ikinci sene tekrar veya Fakülte derslerini bitirip mezun olma aşamasına kadar Hazırlık Yeterlilik (Muafiyet sınavını geçme veya ÜDS., YDS. vb. sınavlarda yeterli geçerli bir notu almak) sınavını geçmesi halinde diploma alma hakkı elde edebiliyor. Bir hatırlatma, ÖSYM tercih kılavuzunda listelerde Hazırlıklı bazı Fakültelerin karşısında şu anlamda bir not vardır: "Öğrenci, üst üste Hazırlık sınıfında kalırsa aynı öğretimi veren başka bir Üniversiteye naklen kayıt yaptırabilir.

Peki. İlahiyat Fakültelerinde Hazırlık sınıfı uygulamalarında birkaç yıldır mesafe alınabilmiş midir? Uygulama nasıl yapılmaktadır?
İşte burası da üzerinde önemle durulması gereken bir noktadır. Çünkü bazı üniversiteler İlahiyat Fakültesi Hazırlık sınıfı öğretimi düzenlemesini kurdukları Yabancı Dil Merkezleri üzerinden İlahiyat Fakültesi, Arap Dili Belağatı Anabilim Dalı marifetiyle yürütürken, bazı üniversiteler de doğrudan fakülteler nezdinde Arap Dili Belağatı Anabilim Dalı organizasyonuyla yürütmektedir.
Derslerin yürütülmesinde Fakültelerde farklı farklı uygulamalar yapılmakla birlikte önemli bazı problemler de dikkat çekmektedir. 
Bu problemlerin başında batı dilleri Hazırlık öğrencileri için Üniversitelerin Yabancı Dil Merkezleri tarafından yürütülen ve yönlendirilen öğretim elemanı ve okutmanlar ve yabancı öğrenciler için Türkçe Hazırlık noktasında ve Türk Dili derslerinin yürütülmesi noktasında TÖMER ve/ya Türk Dili Koordinatörlükleri tarafınca yönlendirilen okutmanlar  bu görevler için atanırken; İlahiyat Fakültelerinde ise Fakülte tarafından kadrolandırılan ve görevlendirilen öğretim elemanları ve ücretli görevlendirilenler rol almaktadırlar.

Farklı uygulamalar olabilir. Olsun. Ne var bunda? Herhangi bir sorun, bir sakınca mı var? 
Şöyle bir durum var. İlahiyat Fakülteleri son birkaç yıldır, Hazırlık sınıflarının kontenjan sayısının artırılması, dil öğretimi ve hatta eğitimi de söz konusu olduğu için sınıfların 20 kişilik olması ilkesini de göz önünde tuttuğumuzda bu programı yürütmek ve dersleri deruhde etmek için Fakülteler kendi kadroları içinde sıkıntı yaşamaktadırlar. Birinci sıkıntı, Arap Dili ve Belağatı Anabilim Dalına ihtiyaç karşılamak için kadro alımı noktasında hızlı bir öğretim elemanı (öğretim üyesi ve araştırma görevlisi istihdamı akış sıkıntısı. Ardından Fakülte Akademik kadrolarında araştırma için de zamana ihtiyacı olan öğretim elemanlarının ihtiyacı karşılamak için oldukça fazla ders yükü yüklemeleri, araştırma görevlilerinin derslerde görevlendirilmeleri, yine ihtiyacı karşılamak için dışarıdan öğretmenlerden ve yabancı uyruklu sözleşmeli eleman istihdamı ve halen ihtiyaç devam ediyorsa fakültedeki başka anabilim dallarının hocalarından görevlendirme ve bu görevlendirmelerin nasıl yapılacağı sorunu. 
Aynı sorunları Kuran-ı Kerim dersleri için de düşünürsek programın bu haliyle yürütülmesi sorunlar yumakları halinde birbirine de dolaşarak devam etmektedir.

Bu sorunlar için kadrolar tahsis edildi, görevlendirmeler yapıldı, diyelim. Sorun bitiyor mu?
Hayır.
İşte o zaman başka bir sorun. O kadar önemli bir sorun ki.
Tam bir büyük akademik sorun. 
Üniversitelerin başka dillerin Hazırlık eğitim ve öğretiminde yukarıda dile getirdiğimiz çözüm şekillerini ve Merkezleri, İlahiyat Fakültesi Hazırlık eğitim ve öğretimi söz konusu olduğunda işletmemesi, özü itibarıyle akademik bir sorundur. Çünkü söz konusu kurum öbür fakültelerden ayrı bir İlahiyat Fakültesidir.
Yine özü itibarıyle akademik ve önemli başka bir sorun ise. Bu faaliyeti gerçekleştirmek için iki Ana bilim dalında istihdamı için ivedi çaba ve çözümler aranırken ve icra edilirken diğerlerinin önemli olmayan alanlarmış gibi bir algının oluşmasına imkan veren sonuç ve tezahür ve nihayet bu anabilim dallarında istihdam edilen öğretim elemanları sayısı bakımından Fakülte kadrolarının şişmesi sonucu, zaman zaman yaşanan ve geçmişte yaşandığına göre, önümüzdeki yıllarda yaşanması kesinlikle muhtemel! olan bir diğer anabilim dalları kadrolarında yaşanacak olan kadro alamama ve kadro daralması sıkıntısı.
Birilerine göre şaka gibi gelebilecek olan belki de "yok canım o kadar da değil!" dedirtecek bir sıkıntı da; durum böyle devam ederse ve ülkemizin demokrasi tecrübesi gelişerek devam edip Fakülte Dekanları seçimle iş başına gelecek olursa; çoğunlukla rektörlerin Tıp Fakültesi hocalarından seçilip atandığı gibi İlahiyat Fakültesi Dekanları da Arap Dili veya Kuran-ı Kerim hocalarından seçilip atanacağı aşikardır.
Olabilir. Olsun. Hayırlı olsun. O zamanı beklemeden de şimdi bu anabilim dalı profesörlerinden biri dekan olamaz mı? Ne demek olamaz. Olur elbette. Fakat bütün Fakültelerin dekanları olmasın. Olsa ne olur. Hiç. 
"Hani felsefe dersleri neden budandı?" diyenlere; "Burası Felsefe Fakültesi mi ya da Bölümü mü" diye soruluyor ya!
Soruyor insanlar: "Burası Arap Dili Fakültesi ya da Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü mü?"

Gerçekten Arapça Hazırlık öğretimi için Üniversiteler, Yabancı Dil Merkezlerinde diğer Türkçe ve yabancı diller için öğretim elemanı (Öğretim Üyesi, Öğretim Görevlisi, Okutman vb.) kadrosu ilan edip istihdam ettiğ gibi bir istihdam yapamaz mı? Bu dil için bu kadar yeterli sayıda öğretim elemanı istihdamı bu Merkezlerde çok mu olur? 

Ve niçin yapılmaz. YÖK. bu  noktada kadro mu vermez. Bu konuda bir çalışma, bir öneri, bir proje yok mudur? Çok abartılı bir düşünce midir bu konudaki soruların olumlu cevabını oluşturacak çözüm yollarını istemek ve beklemek?

Ve asıl konudan uzaklaştık mı? Hayır! 
İlahiyat Fakültelerinin Hazırlıklı sınıflarla 5 yıl olan öğretim yılı 2 +3 olarak düşünülüp düzenlenemez mi? 

2 yıl temel bilim dersleri, temel ilahiyat öğretimi derslerinden oluşan Arapça ve Kuran-ı Kerim'in de ders olarak sonraki yıllara dağıtılarak planlanacağı bir ÖNLİSANS PROGRAMI. Önlisans Programları, 2 yıl olduğuna göre aynı zamanda İlahiyat Fakülteleri Önlisans Diploması veren kurumlardır. Bütün Lisans Programlarının 2 yılını bitiren isterse kurumundan ÖNLİSANS DİPLOMASI ya da BELGESİ alabilir. Bu kısı bitirenler zaten İHL mezunları ve Hafızlık Belgesi olanların istihdam edildikleri uygun DİYANET GÖREVLİSİ kadrolarına müracaat edebilirler.    
3 yıl "İlahiyat" alanını oluşturan Bölümler içerisinde yer alan Anabilim Dalları ve Bilim Dalları derslerini alarak mezun olacakları biçimde düzenlenen bir YÜKSEK LİSANS PROGRAMI. Mezunların alacağı bir YÜKSEK LİSANS DİPLOMASI. İLAHİYAT UZMANLIĞI. 
Olamaz mı? Niçin olmasın!
Bazı alanlarda Fakültelerde olan İLAHİYAT FAKÜLTESİNDE NİÇİN OLMASIN.
İstenirse olur. 
Öbür Fakültelerde nasıl olduysa burada da olur.
Öbür Fakültelerde nasıl iyi olduysa burada da iyi olur.
Yetmedi mi?
2+2+1+1= 6 yıllık İlahiyat Eğitimi.
2 yılı bitirene ÖNLİSANS
2+2 yılı bitirene LİSANS+PEDAGOJİK FORMASYON BELGESİ
2+2+1 yılı bitirene YÜKSEK LİSANS - İLAHİYAT UZMANLIĞI-TEORİSYEN İLAHİYATÇI
2+2+1+1 yılı bitirene DOKTORA - İLAHİYAT DOKTORU - PRATİSYEN İLAHİYAT DR.
Yetmedi.
İLAHİYAT BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
Çünkü Sosyal Bilimler Enstitüsü gerçekten İLAHİYATı tam olarak karşılayamıyor ve kapsayamıyor. 
İLUS: İLAHİYAT UZMANLIK SINAVI (MERKEZİ SINAV. 
TEK SINAV MERKEZİ:ANKARA
İlahiyat alan ve Anabilim Dallarında yapılan Uzmanlık Sınavı Sonrası İlahiyat Fakültelerinde Alanlarında Araştırma Görevliliği.
İLUSla ALANLARINA YERLEŞENLERİN MEZUNLARI: OPERASYONEL OPERATÖR İLAHİYATÇI 
İLAHİYAT ARAŞTIRMA MERKEZLERİ
DİN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
....
Olamaz mı? Niçin?
ORASI İLAHİYAT MI?
BURASI İLAHİYAT olunca mı?
....
BUNLAR YAKIN GELECEKTE OLMALI.
BUNLAR YAKIN GELECEKTE OLACAK.
BUNLAR YAKIN GELECEKTE OLMUŞ OLACAK.

Çünkü "İLAHİYAT - TEOLOJİ", GELİŞMİŞ VE GELECEĞİN DEVLETİNİN İSMEN DE KAVRAM VE KURUM OLARAK DA İHMAL EDECEĞİ, ADINI "İSLAMİ İLİMLER" BİLE OLSA DEĞİŞTİRECEĞİ BİR "TÜR" DEĞİLDİR. 

İLAHİYAT, MANTIKÎ ANLAMDA BİR "CİNS"TİR. İLGİLENDİĞİ ALAN, İSTER "HİKMET", İSTER "FELSEFE"  DENSİN YÜCE BİR ALANDIR. O, "VARLIĞI", "VARLIKLARIN VARLIĞI"NI, "VAROLANLARI VAREDEN"İ ANLAMAYA, ANLATMAYA ÇALIŞAN BİR ALANDIR.
GELECEĞİN DEVLETİNİN "DERİNLİK STRATEJİSİ", "İLAHİYAT"I ALAN OLARAK İHMAL EDEMEYECEĞİ GİBİ "İSİM", "KAVRAM", "KURAM" VE "KURUM" OLARAK DA İHMAL EDEMEZ.
EDERSE NE OLUR?
GELECEĞİN, GENELİN, GELENEĞİN DEVLETİ OLAMAZ.
OLAMAYINCA BELKİ İLAN EDİLMİŞ SINIRLARI FİLAN OLAN BİR YÖNETİMİ OLUR DA.
DEVLET OLAMAZ. 
DEVLET BAŞKA BİR ŞEYDİR.

-"DERİNLİK STRATEJİSİ" BAKIMINDAN TÜRKİYE'NİN İLAHİYAT AÇILIMI-NA İHTİYACI VARDIR.
ANCAK BU AÇILIM, SİYASETİN, BİR BİLİM ALANI OLARAK İLAHİYATI VE BİR KURUM OLARAK İLAHİYATI BASKILAMASIYLA OLMAZ, OLMAMALIDIR.
AYNI ŞEKİLDE BU AÇILIM "İRONİK ANAKRONİZM"İ http://bayramdalkilic.blogspot.com/2013/09/ilahiyat-program-taslagindaki-ironik.html YANSITACAK ŞEKİLDE OLMAZ, OLMAMALIDIR. 
AYNI ŞEKİLDE BU AÇILIM, "ANA KRONİK İRONİZM" OLUŞTURACAK ŞEKİLDE  TEKKE-MEDRESE-MEKTEP KARŞITLIĞI ŞEKLİNDE TEZAHÜR EDECEK OLAN VE BAZI GRUPLARIN, DEVLETİ VE SİYASETİ BASKILAMASI ŞEKLİNDE DE OLMAZ, OLMAMALIDIR.
"İLAHİYAT" ALANININ BİR BİLİM ALANI OLDUĞU GÖZ ÖNÜNDE TUTULARAK VE BU ÇERÇEVEDE ALANIN BAĞIMSIZLIĞI UNUTULMADAN ÜNİVERSİTEDE YERİ OLAN VE YERİNİ SAĞLAMLAŞTIRMASINDA ETKİLİ OLACAK İÇ VE DIŞ DİNAMİKLERE ENGEL OLUNMADAN VE MANUPLE EDİLMEDEN OLABİLİR VE OLMALIDIR.

BUNUN YANINDA "DİN", "DİYANET", "VAKIF", "CEMAAT" VE "TEKKE", "ZAVİYE" VB. NOKTASINDA YAPILACAK OLAN KANUN, TÜZÜK, YÖNETMELİK, ETKİNLİK VB. ÇALIŞMALAR, "İLAHİYAT" ALANINA MÜDAHİL, KAPSAYICI, BASKILAYICI, KAPATICI, GÖZ KAPAMACI NOKTALARDA OLMADAN, TÜRKİYE'DE "ALEVİ AÇILIMI- ÇALIŞTAYLARI", "CEMEVİ ÇALIŞMALAR VE FAALİYETLERİ" ANIMSATILARAK VE ÖRNEK GÖSTERİLEREK DEVLETİN VE SİYASETİN UYGUN OLAN İMKANLARI VE KABULLERİ ÇERÇEVESİNDE YÖNLENDİRİLEREK YÜRÜTÜLMELİ VE GEÇMİŞTE OLDUĞU TARZDA, TEKKE X MEDRESE, CAMİ X OKUL, ÜNİVERSİTE X DİNİ CEMAAT MERKEZLERİ ÇATIŞMASINI VE BU İKİLİLERDEN BİRİNİ DİĞERİNE BAĞLAMINDAN KOPUK BİR DÜZEYDE TERCİH ETME NOKTASINDAN UZAK DURULARAK, ÇATIŞMA OLUŞTURULACAK ALANLARIN NEZAKETİNİ GÖZ ÖNÜNDE TUTARAK    VE AYRICA OLUŞTURABİLECEĞİ DÜŞÜNÜLEN VE FARKEDİLEN MEKANİZMALARI UYANDIRACAK VE ALEVLENDİRECEK NOKTALARIN TESPİT EDİLEREK VE UYUTULARAK TEMİNİ KESİNLİKLE ÖNEM ARZETMEKTEDİR.

BU ÜLKEMİZİN (ETRAFINDAKİ ÜLKELERDE) DÖRT BİR YANINDA HAREKETLENMİŞ OLAN SICAK ÇATIŞMA ŞEKLİNDEKİ ATEŞ HATTINA VE EKONOMİK YANGINLARA DİKKAT ETMEK KADAR ÖNEMLİ BİR "İÇ DİKKATLİLİK DERİNLİĞİNİN GEREKTİRDİĞİ STRATEJİ"DİR.

YOKSA "DIŞ(A) DİKKATLİLİK REFLEKSLERİMİZ", "İÇ(E) DİKKATSİZLİK YAKIN KÖRLÜĞÜ"NE KURBAN GİDERSE; İÇTE DE DIŞ TA DA BÜYÜK SORUNLAR, ÜLKEMİZ İÇİN ONULMAZ YARALAR AÇAR VE ÜLKEMİZ "İRONİK ANAKRONİ" YAŞAMAK SURETİYLE "ANAKRONİK İRONİ"YE DÜŞER. BU DA ÜLKEMİZİ SON 10 YILLARDA YAŞADIĞIMIZ HER ALANDA GÖRÜLEN GELİŞMELERİN EN HIZLI 100 YIL GERİSİNE HATTA 200 YIL GERİSİNE OSMANLI DURAKLAMA-GERİLEME DÖNEMİNDE YAŞANAN BUHRANLARA KADAR GÖTÜRÜR. HEM DE HIZLI TEKNOLOJİ VE HIZ TEKNOLOJİSİ ÇAĞINDA BİR KAÇ AYLIK HIZLI BİR SÜRE İÇİNDE.   

DİKKATLİ OLUNARAK ARZU ETMEDİĞİMİZ BADİRELERE DÜŞMEMEMİZ DUA, ARZU VE DİLEKLERİYLE, SAYGILARLA!

15.09.2013                                                                
*Prof. Dr. Bayram DALKILIÇ
N.E.Ü. İlahiyat Fakültesi Mantık Anabilim Dalı Başkanı
Meram - KONYA   

13 Eylül 2013 Cuma

HARUN ANAY'IN "FELSEFEYİ NE SANIYOR BU ADAMLAR?" BAŞLIKLI YAZISINA YORUM

http://harunanay.blogspot.com/2013/09/felsefeyi-ne-saniyor-bu-adamlar.html?showComment=1379097306974#c5432506120634050378

Âh hocam âh! Herkes ortalıkta emecek ya da süt sağacak inek aradığı için "bu konuda merkezin yaklaşımı nasıldır ki; mesela Sayın Başbakan'ın bu proje sahiplerine ve YÖK'e bir fırça atacağı duyumları almış olsalardı, görürdük o zaman ahkam kesmeleri, ilahiyat hamisi ve hakÎmi kesilip hatta bir de okumadıkları felsefe ve bilimler sınıflaması hakkında kesmelerini.

Fakat bu noktada ne türde bir görüş geleceğini halen kestiremedikleri için susuyorlar. Diğer belirttiğiniz isim ve kesimler mi? Hiç bulaşmasınlar! Ne savunmayı becerebilirler, ne de bu noktada birikimleri vardır. Belki bir siyasi parti, "bu kurum, "Cumhuriyet'in kurumudur", savunmasını da biz yaparız." pozisyonu alma noktasına yakınsa da ilgisizlik düzeyleri sebebiyle konudan bihaberdirler de. Aslında böylesi de daha iyi.

Ancak iki kesim var ki; bunların sessizliği ve ilgisizliği, kurumla ilişkileri bakımından manidardır.

İlk kesim: İlahiyat Fakültesi mezunu olanlar ve bunun da ötesinde Fakültede hocalık da yapan ve Meclis'te milletvekili olarak bulunanlar. Bunların bu programın bu aşamaya gelmesinde olumlu-olumsuz etki-katkıları merak konusu olduğu gibi şimdiki sessizlikleri de merak konusudur.

Ayrıca Eğitim alanındaki sessizlik. Başta kendisi de Üniversite Hocası olan ve hoca olarak da anılan Milli Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı'nın konu hakkındaki tutumudur. Yalnızca bakanlığın Yök.le ilişkisi bütçe konularının tartışıldığı ortamlar mıdır?

Ayrıca felsefe ile ilgilenenlerin tamamı.

Bunların başında da kurum adı anlamında da "İlahiyat Fakültelerinde Felsefe grubu bilim dalarında bulunanların durumu ve bir kısmının sessizliği. Özellikle de belki de hâlâ belki de internet bağlantısızlığı nedeniyle veya ortamları sebebiyle "Felsefe Tarihi Anabilim Dalı" Başkanlığı görevinde olan ve anabilim dalında görevli olan bazılarının sessizliği ve ilgisizliği. Bunların sessizlik ve ilgisizlikleri, anlaşılabilir, kabul edilebilir bir sessizlik değildir. Bunlar da mı felsefeyi ve felsefe tarihini inek sanmaktadırlar ve "biz emdiğimiz ve sağdığımız memeye bakıyoruz, bir de bakarız, ancak dışarda ne olduğunu görmeyiz" demektedirler.

Ve bir kesim daha: Konu "ilahiyat" ise, gerçekten devletin doktora yapmak için yurtdışına gönderdiği ve dönmüşlerse eğer döndüklerinde; bir konu hakkında konuşurken, tartışırken ve kanaat ve görüşlerini arz u endam ettirirken, hani ağızlarını da bükerek veya kelimeleri telaffuza başlarken de kendi dilini unutmuş gibi yabancı dili öğrendiğini ve konuştuğunu ima ettirerek "ıaaa" sesi çıkarıp Türkçe'yi de aksanlı konuşarak "ıaa siiz bunaa Türkçe'dee ne diyoovrdunuz?" ve "been İngiiltere'de-İmeerikaa'daykeen.." diye konuşan veya felsefe ve bilim "pi-hash-di"li alan uzmanlarının sessizliği de çok ilginç geliyor. Yalnız bunun da bir tercih olduğunu belki bizim duymadığımız seslerle veya doğrudan "ıaaa yöneticileerle görüşüüp konuyuo taavzeih" etme girişimlerinde olabilirler.

Şimdi birileri bu örneklerden hareketle etrafımda örnek arayacaklar. Hiç uğraşmasınlar böyle somut bir varlık yok etrafımda. Maksadım sizin yaralarınızı da deşmek değildi. İronik bir genel eleştiri olarak kaydedelim.

13.09.2013                                                                            Bayram Dalkılıç

12 Eylül 2013 Perşembe

HEP "İLAHİYAT KAVRAMI VE KURUMU"NU ELE ALMAK VE GÜNDEMDE TUTMAK VE SAVUNMAK

Biz baştan beri, ilahiyat ders programı konusunda, "felsefesiz ilahiyat" algısına karşı çıktık ve bunun dışında bunun, "ilahiyat" kavramı konusunda farklı bir program ve proje olduğunu iddia edip savunduk.

Aslında konuyu "felsefesiz ilahiyat" kavramına hapsetmek ve konuyu buradan başlatıp, "branş hocası yokluğu", "öğrenciler tarafından istenmediği", "ilahiyat kavramının sorunlu bir kavram olduğu" bu yüzden "İslami İlimler içinde felsefenin yerinin bulunmadığı ve bu yüzden gereği ötesinde yer verilmediği" (çünkü Felsefe Tarihi baştan kaldırılıp hiç yer verilmemiş ve Din Felsefesi dersine yer verilmek istenmezken son bir müdahale ile yer verilmiş) vb. durumlar, toplum ve öğrenciler nezdinde de bunların çok istenmediği fikriyatının var olduğu olgusu ve algısı program savunucularının baştan beri istedikleri bir durumdu.

Bu arzular, işte sosyal medya araçlarını kullananlarının yazılarıyla tersine çevrildi. Olayın, "İlahiyat'ta felsefe derslerinin kaldırılmasının ötesinde başka bir amacın ürünü olduğu", "aslında kaldırılmak istenenin 'İlahiyat' kavramının ve olgusunun olduğu" ve "İlahiyat" isminin değiştirilmek istendiği olgusunun bariz olduğu", "felsefe disiplinlerinin dışında pek çok dersin kredisinin azaltıldığına dikkat çekmenin önemli olduğu", "disiplin ve ders birleştirilmelerinin bilimsel sınıflamaya uygun olmadığı" konularına sürekli dikkat çektik durduk.

Aslında beklenmeyen buydu ve diğer bölüm, anabilim dalı ve bilim dallarından gelen tepkinin dozuydu.
Temel İslam Bilimlerinin ses yükselten alanlarından (Fıkıh ve İslam Hukuku alanından bile) ve İslam Tarihi alanından gelen tepkiler beklenmiyordu.
(Sanat ve musıki alanından çok tepki gelmedi görünüyor, fakat sanatlı ve darbeli bir sesin birkaç gün içinde geleceğini seziyorum. Çünkü bu alanların mensupları hisli, sükunetli falan olsalar da egoları farklı bir biçimde felsefecilerden ve fıkıhçılardan bile yüksek ve nazlıdır. Felsefeci ve fıkıhçılar konularını ele almaları tartışmaya uygun olduğu için tartışmaya dalarlar; ancak sanatkarlar ve müzisyenler sesli tartışma yapma konusunda bile umarsızlık ötesinde muhatap kabul etmeme dışında insana daldılar mı fena dalarlar, insanı doğduğuna pişman ederler.-tecrübeyle sabit değildir, okuma ve dış gözlem-)
O yüzden daha beklenmeyen bazı alanlardan da tepki gelecektir. Mesela en büyük tepki, -Sosyal Bilimler Enstitü dersleri, ders yüklerine sayılmasın, ya da orada dolduracakları ders yükleri olmasın- Arapça ve Kuran hocalarından gelecekti, aslında Üniversite dışarıdan öğretmen ve öğretici sınırı getirip içeriden de dersi yürütmek için yardım alamasalar bakın göründü siz bu alanlardan gelen gürültüyü.

Çünkü hiç bir Üniversite hocası 10 saatin üstünde Lisans dersine girmeyi arzulamaz. Bütün ders yükleri, Lisans Üstü derslerden doluyorsa hiç girmek istemez. Birinci, Gündüz Öğretim derslerine tabii ki.

Bu arada, konunun felsefeciler tarafından ekonomik açıdan kayıp kaygısı dolayısıyla tırmandırıldığı iddiası gülünç, iftira ve gerçek dışıdır. Kimlerin hangi ölçütlerde para için ders peşinde olduğunun, girdiği gündüz ve gece ders saatlerinin durumu ve programlarının ayarlanma doğrulaması, ders ücret listelerinde bulunmaktadır. Bunlar gizli belgeler değildir. Bu noktada suçlanabilecek en son grup felsefe derslerine giren grubtur. Birileri kendi branşlarının derslerine girmekten imtina ederken, bu grub yüklerinin üstünde ücretlerini almadıkları felsefe grubu derslere girmekte ve öğrencilerine yararlı olmaya çalışmaktadırlar. Kaldı ki maddi açıdan da bir hak ihlali varsa bunun hakkını aramakla insan suçlamak hangi idealle, islam bilinciyle, düşünce, ahlak ve hukukla bağdaşır ki!

Konunun "felsefesiz ilahiyat" noktasına taşınmasında yazılı basın ne yazık ki; ilgisiz ve bilgisiz paylaşım ve yaklaşımlarla konuyu manuple etmiş, kendilerine gönderilen uyarı ve eleştiri yazılarını görmezden gelmişlerdir. Çoğu yazar, duyumla sütunlarını doldururken bir kısmı "ilahiyat" kavramı konusunda ahkam kesmeye çalışmış ve "adam yetişme-yetiştirme konularında", kendileri ilahiyatçı olmadıkları halde, ilahiyat alanını tanımadıklarını da ele veren cümleler yazarak, sanki kendileri basın alanında çok iyi ve başarılılarmış ve lisans veya sonrası branşlarında Türkiye'de ve Dünyada bir yer edinmişler gibi İlahiyat kurumuna ve mensuplarına ayar verme" girişiminde bulunmuş, bir kısmı, bilgi edindiği kaynakları sorgulamadan kullanırken bir kısmı da kaynağın aktarımını olduğu gibi nakletmiştir. Objektif bir biçimde konuyu sunan yazarlar elbette vardır, hiç olmamıştır denilemez.

Yaşayarak ve yazarak içinde bulunduğum bir konuda yazılı basının bu kadar sınıfta kaldığını görmek etkilemiş olacak ki; "Temmuz-Eylül 2013 Türkiye Yazılı Basın Organlarında İlahiyat Programı'nın Ele Alınışı- Eleştirel Bir Çözümleme- başlıklı araştırmayı da aynı anda sürdürüp yazımını kısa zamanda tamamlayacağım.

Konunun "felsefesi ilahiyat" konusunun dışında ele alınması gerektiği noktasında kendim de dahil onlarca İlahiyat akademisyeninin ve öğrencisinin, sosyal medyada çaba gösterdiğini ve konuyu gerçekten yerinde ve ortamında canlı tutmak suretiyle bağlamında uzaklaştırıp sulandırmak isteyenlere fırsat ve imkan tanımadıklarını da buradan belirtmeliyim. Şimdi konunun "felsefesiz ilahiyat" konusu olmadığı noktasında yazdığım metinler, okuduğunuz yazının yanında başlıklarını gözden geçirerek okuyabileceğiniz yazılardır.
13.09.2013                                                                   Prof .Dr. Bayram DALKILIÇ

İLAHİYAT FAKÜLTESİ PROGRAMI (15.08.2013) HAKKINDA


            Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 50 yılı aşkın süreden beri öğretim yapan bir yüksek öğretim kurumudur. Fakültemizin Kurum, Bölümler, Anabilim Dalları ve Bilim Dalları işlevselliğinde vizyon ve misyonu çerçevesinde hali hazırda yürütülmekte olan bir programı vardır.

 İlahiyat Fakültesi Programı çerçevesinde YÖK  Genel Kurul tarafından 15.08.2013 tarihinde  oylanıp oy çokluğu ile uygulamaya konulması istenilen ders müfredatı özellikle yeni kurulan ve açılan İslami İlimler Fakültesi Bölüm ve Anabilim Dalları çerçevesinde vizyon ve misyon göz önünde tutularak hazırlanan bir programdır. Bu programdaki Hazırlık Sınıfı ve I, II, II, IV. Sınıf ders listelerindeki derslerin isim ve kredileri, mevcut İlahiyat Fakültesi, Bölüm, Anabilim ve Bilim Dalları kürsü bağımsızlık ve özgünlüğüne uygun değildir. Ön görülen programdaki Hazırlık Sınıfı derslerinin listesinin dil öğretimi açısından netlik içermeyen görüntüsü dikkat çekmektedir. Arap dil fonetiği dersinin yanında (Tashih-i Huruf-Tecvid) notu ve “Ezber için olmayıp Tashih-i Huruf ve Tecvid içindir.” Açıklaması, dersin adı, işlevi ve yürütülmesi bağlamında sorunludur. İlk bakışta dersin hangi anabilim dalına ait olduğu ve dolayısıyla yürütecek öğretim elemanlarının hangi anabilim dalı öğretim elemanları olacağı konusunda tartışmaya açık durmaktadır.

Uygulanması istenilen bu program, mevcut uygulanmakta olan Hazırlıklı İlahiyat Fakültesi programındaki bazı bölümlerde yer alan Kelam Anabilim Dalı, İslam Mezhepleri Tarihi Anabilim Dalı, İslam Sanatları Tarihi Anabilim Dalı, Türk İslam Edebiyatı Anabilim Dalı, Türk Din Musikisi Anabilim Dallarında olduğu gibi bazı disiplinlerin ve derslerin bağımsızlığına aykırı olarak disiplin ve ders birleştirmelerinin yapılmasının; toplam kredi yüzdesi göz önüne alındığında bazı derslerin isimlerinin de değiştirilerek kredileri orantısızca artmış görülürken Din Eğitimi Anabilim Dalı, Din Sosyolojisi Anabilim Dalı, Din Psikolojisi ve Din Felsefesi Anabilim Dallarının bazı derslerinin kredilerinin orantısızca azaltıldığı dikkat çekmektedir. Felsefe Tarihi Anabilim Dalı’na ait olan Felsefe Tarihi dersinin ve İslam Felsefesi Anabilim Dalı’na ait olan İslam Ahlak Esasları ve Felsefesi dersinin tamamen kaldırıldığı görülmektedir.


 İlahiyat Fakültemizin kuruluş, işleyiş esasları noktasında vizyon ve misyonu ve ayrıca Bölüm, Anabilim ve Bilim Dallarının bağımsızlık, özgünlük ve işleyiş esasları  bakımından söz konusu programın, bilim sınıflaması ve programlaması ve üniversite anlayışına aykırı olduğuna istinaden programın Hazırlık Sınıfı da dahil teorik ve pratik açıdan uygulanmasının mümkün ve uygun olmadığı  konusunda ....
11.09.2013                                                      Prof. Dr. Bayram DALKILIÇ

SUSANLARIN TÜRKÜSÜ

SUSANLARIN TÜRKÜSÜ*

"Susarım ben hep susarım.
Sor ki bir, böyle niye susarım.
Pusuya hep böyle yatarım.
Ağzımı kapar, gözümü açarım.
Ortalık sakinlesin bir uçar-konarım.
Parsayı alırım, piyasamı yaparım."

..........
Nakarat

*Susan suskunlara gitsin.
(Hoşlarına giden bir besteyle içlerinden söyleyebilirler.)

11 Eylül 2013 Çarşamba

İL-MİH-ALİYAT'A VE İLM İ HALATA DOĞRU AKIŞKANLIK KANUNU: Bir Sembolik Mantık Formülleme D'Enemesi

İL-MİH-ALİYAT'A VE İLM İ HALATA DOĞRU AKIŞKANLIK KANUNU:
Bir Sembolik Mantık Formülleme D'Enemesi *

İLAHİYYAT = q

MEVCUDİYYAT

DİNİYYAT

MEZHEBİYYAT

MEŞREBİYYAT

MENSUBİYYAT

MEVSUKİYYAT

İLMİHALİYYAT = P
...........
İLMİHALAT

İLM İ HALAT

İLME HALAT

İLMİHALİYYAT > İlahiyyat
P                          > q

İLMİHALİYYAT - mih = İlahiyyat
P                          - p     = q

İlahiyyat < İLMİHALİYYAT
q            < P

İlmihaliyyat > İlahiyyat
P                > q

İLMİHALİYYAT... = SONSUZ 
P                            =     \aleph
İLMİHALİYYAT...  =    \aleph 
P                            =    ∞  \aleph

SONUÇ: P > \aleph  
             
 Sonsuz işareti Yatık sekizdir.  " İngilizcede yattığı için "lazy eight" denir. 
 Sonsuz kümelerin kardinaliteleri \aleph harfi ile tanımlanır.
* Çalışma bir kavramsal çözümlemenin, Sembolik Mantığa uyarlanması d'enemesidir.
   İç dolgu malzemesi kavramların analizi tamamlandıktan sonra gerekirse basılı ortamda yayımlanıp ve
   gerekirse Mantık Doçentliğine başlıca bir Araştırma Çalışması olarak sunulacaktır.

   Dr. Bayram Dalkılıç


HABERİ OLMAYIP FARKINDA OLAMAYANLAR İÇİN BİR HABER VERME DÜRTMESİ ÇAĞRISI


Hâlâ İlahiyat Fakültesi Ders programı konusunda bilgi sahibi olmayan ve
internetteki bu ve benzeri konuyu gündemde tutmaya çalışan grublardan
İlahiyat Fakültelerindeki felsefe alanında çalışanlar dahil programdan
olumsuz etkilenen 10 kadar anabilim dalı ve bilim dallarında görev yapan
hocalarımızın bir kısmının haberi yokmuş.

Sitem ediyorlar: "Niye haber vermediniz?" diyorlar.

Haber verelim, bilgileri olsun, ilgileneceklerini belirtiyorlar.

Sonra "maruf ve münker" konusunda tartışma yapmak zorunda kalırsınız.

Hatırları için, lütfen.

Hatırım için!

http://bayramdalkilic.blogspot.com/2013/09/uykusu-agirlari-dogmatik-uykudan.html
http://bayramdalkilic.blogspot.com/2013/09/bade-timaril-basra.html

10 Eylül 2013 Salı

İLAHİYAT PROGRAM TASLAĞINDAKİ İRONİK ANAKRONİZM

Bu çok eski bir projedir arkadaşlar. Üç beş sene öncesinden çok çok eskilere gider. Aslında ilahiayat fakültesi konusunda başka projeler yok değildir, var, yapıldı, yapılır da. Ancak bu mevcut projenin öne sürülmesi, proje yokluğundan değildir.

12 Eylül'ün Yüksek İslam Enstitülerini İlahiyat Fakültesine çevirmesiyle de başlamıyor. (Aslında İlahiyat çevrilmiş de ne olmuştur? Bugün İlahiyat karşıtı olup İslami İlimleri öneren, savunan, tercih edenlerin çoğu, Enstitüler, Fakülte olduktan sonra hazırladıkları ya da hazırlarında bulundurdukları bazı çalışmalarla Dr. olanlardır.)

Projenin tarihi konusunda Osmanlının orta dönemlerindeki medrese programlarına kadar da gitmeyelim de, asıl ivme, hareket noktası, İttihat ve Terakki Partisi içinde ya da bağımsız olarak Modern-Batıcı-Bağımsız-İslamcı vs. kesimin eğitim öğretim tezleriyle Hürriyet ve İtilaf Partisi içindeki bazı alim, tarikat mensubu ve ilim erbabı arasındakilerin eğitim öğretim tezlerinin, ıslah-ı medaris programı vb. projelerin medreselerin lağvı ve sonrasındaki sürecin oradan yeniden başlatılma ve geriye döndürülmesinden ibarettir.

Zaten ironik anakronizm buradadır. Neredeyse mensubu kişisel olarak bugün gözönünde olmayan İttihatçı kitlenin temsilcileri durumuna sokulmak istenen başta felsefe grubu çalışanların şahsında da olmak üzere alanlarına yapılan küçümseme, nefret, silme mantığının temelinde böyle bir grub bilinci ve psikolojisi vardır. Dolayısıyla bu program ve proje özünde "felsefe" kavramı olan yabancı! dersleri temizlemek istemiş, son anda "din felsefesi" müdahale ile sistemde kalmıştır.

Önemli bir sorun: Bugünlerin yönetim sistematiğinde meclis içinde bakan ve  milletvekili olarak görev yapan felsefe mensupları başta Prof. Dr. M. S. Aydın ve Prof. Dr. Necip Taylan olmak üzere ya Dış İşleri ve İlişkileri ya da bütçe müzakereleri dışında eğitim konularında fazla etkin ve etkili pozisyonlarda bulunmamışlar, görevlendirilmemişlerdir. Ayrıca Başbakan'ın dış ilişkiler danışmanı sayın Dr. İbrahim Kalın da sürekli dış ilişkiler pozisyonlu görevleri sebebiyle program noktasında son bir katkıda bulunma dışında çok fazla zaman ayıramamaktadır. Bu yüzden aslında daha başka katkıda bulunabilecek durumdaki felsefe ile ilgili etkin kimselerin yanında belki de program konusundaki etkili ve yardımları olabilecek konumdakilerin dışında İlahiyat programlama projesi başka İlahiyat alanından ve dışından kimseler tarafından yürütülmektedir. Sözgelimi Sayın bakan Nabi Avcı Hoca bu konuda ne  kadar bilgilendirilip ilgilendirilmekte ve konudan haberdar edilmektedir. Detay konusunda olumlu bir cevap alabileceğimizi sanmıyorum.

Şimdilik son bir husus: Aslında program konusunda Fakülte isimleri ve programı tekleştirilirken başarılmak istenen noktalardan birisi de proje sahiplerinin idealleri olabileceğini düşündüğüm bir noktadır. O da istenmeyen bazı dış kurs ve destek eğitimlerinin bu programla kendilerince önüne geçmek ve yavaş yavaş bir kaç çeşit olabilecek tarzda bu Fakülteleri Darül Hadis, Darül Kelam, Darul Fıkıh ve Darul Huffaz tarzında bazı şehirler temelinde farklı programlarla ihtisas enstitüleri konumuna getirmek.
Elbett bu bugünkü anlamda Enstitülerin kapsam alanına girmekle birlikte birkaç sene içinde programın bu noktaya doğru evrilme düşüncesinin tohumlarını taşımaktadır.

Bu öngörüleri nereden yapıyorum? Baştan beri kısa tarihi ve felsefesini vermeye çalıştığım düşünce mensubu ve memurunun projesi ancak bu şekilde şekillenebilir. Bu çıkarım empati yapılarak yapılan bir çıkarım değildir. Mimari Ön yapının temelleri ve önermeler, bu öngörüleri yaptırmaktadır.

Bir de bu şekilde bir program listesinin sahibi, bu şekilde sıralanan dersler silsilesinin iç detaylarını ve içerikleri de zorunlu olarak vererek ve zorunlu kılarak uygulatmayı hedeflemiştir. Çünkü birkaç dersin I-VIII arası, I-VI arası, I-IV arası (iki dönemlik I-II şeklindeki bir iki tane ve tek dönemlik birkaç ders dışında) neredeyse aynı adla neredeyse Fakültenin her dönem programına alınması zorunlu içerik belirleme ve anlatılacak konuların detaylarını zorlayıcı bir noktada belirlemeyi gerekli kılmaktadır. Değilse Üniversitede birbirinden her dönem farklı farklı öğretim elemanlarının derslere gireceği düşünülürse tam bir kargaşa söz konusu olacaktır. Bunu önlemek için de programı öngörüp kabul ettiren sahibi yazdığım hususlarda en ince ayrıntıya kadar belirlemeyi gözardı etmiş olamaz. Gözardı ettiyse de o zaman da tam bir bilinçsizlikle ortaya konulan taslak olmuş olur.

Geniş ve alanın uzmanlarınca tartışmaya açılmaması da son noktanın çok iyimser bir çıkarım olduğunu gösterir, ancak bu kez de program taslak sahibinin hafife alınması, kayda değer etkililik ve etkinlikte olmayan biri derekesinde olduğunu iddia etmek olur ki, bu da vakıaya terstir. Çünkü uygulamaya konu olacak muhataplar, 100 civarında Fakülte, 1000-2000 civarında öğretim elemanı ve 25-30 bin civarında öğrencidir.
Bayram Dalkılıç
11.09.2013

OĞULA NASİHAT

Oğul Oğul! Yek başına kalkıp ta edip durdun hareket
Kondu başına devlet kuşu geçirdin eline mühr-ü devlet
Sar başına ellerin aç kulakların anla zihninle dikkat et
Dinleme kulağınla sallama başın yaptığın sanki himmet

Sâhib kıran mı oldun sandın rahîm ü hâkim-i millet
Hâ hû ile açdın ağzın gûyâ gözetdin dîn ü diyânet
Had tanımadın hat görmedin iplemedin hani ya illet
Kâtibliğe soyundun oğul bilmedin hem ilm-i hikmet

Tarîkinde ettin bir-iki rıhlet üç kişiyle hem sohbet
Hiç kimseyi dinlemedin de adın koydun meşveret
Yaptığın işret rezilet içinde kalakaldığın hep zillet
Yetmediği gibi rüsvâlığın bekledin durdun minnet

10.09.2013                                 Bayram Salih

9 Eylül 2013 Pazartesi

İLAHİYAT HOCALARINDAN MEKTUP by YAO VOUS D'ANOUT VARY

Merhabalar aziz dostlar.

Tam yazının başına oturmuştum ki.
Açık olan mail kutusu bir kıprandı!
 .......

Ne olsundu? İlginç, olağandışı bir hareketlenme vardı.
Sekiz-on aniden görünen mesaj gelenler kısmındaydı.
Bakmamak olmazdı, hem biz farklıydık, bakmalıydık.
Hem gelen mesajların hepsi ....@....edu.tr uzantılıydı.
Özellikle bütün mesajlar da farklı farklı edu.lardandı.
İkisi İstanbul, diğerleri de tas tamam Anadoludandı.
İstanbul neyse de ya Anadoludaki edu.larda ne vardı?
İstanbuldan gelenler de belki Anadoluyla alakalıydı.
Mektupların tamamı üstelik İlahiyat hocalarındandı.
.......

Tıkladık, açtık, baktık.
Hepsi feryadlıydı, figanlıydı.
Bre Yao Vous bey, diyorlardı.
Nedir bu yaşanan, kaptı-kaçtı.
Yattı kalktı, yetmez kalktı yattı.
Oldu bitti, biri program yaptı.
Olur olmaz, her birime dayattı.
Dendi, hemen de uygulanacaktı.
.........

"Yangın vaar" diyorlardı.
Anadoluya çağırıyorlardı.
Gitmemek hem  olmazdı.
Gidip de görmek lazımdı.
Olanları dinleyip yazmalı.
Kaydederek aktarmalıydı.  
.........

Gitmeden Anagara'ya uğradık.
Bir Yapan'ın eline toka yaptık.
Durumları vaziyeti anlattık.
.......
"Yao Vous" dedi, Bir Yapan,
Biz de "Çok hoca, biliyorsan"
"Gitme, boşver, arkana yaslan"
Derim, demeye de, bir baksan.
Gitsen, olur. Görüp de yazsan.

........
Eh. İzini aldık.
Öyle de yaptık.
Soluğu orda aldık.
Tek tek yazdık.
.........
Merhaba dostlar dedik.
Çağırdınız hemen geldik.
Bir dokunma! Bin âh işit.
Yazdık tek tek, sen işit.
.....................................
(Eh sonraki yazıya git.)

YAO VOUS D'ANOUT VARY

7 Eylül 2013 Cumartesi

Sorun gerçekten "felsefe dersleri"nin budanması, azaltılması, kaldırılması sorunu mudur?!

...
İlahiyat Fakültesi, Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü içinde yer alan
Din Eğitimi,
Din Felsefesi,
Din Sosyolojisi,
Din Psikolojisi,
Dinler Tarihi,
Felsefe Tarihi,
İslam Felsefesi Tarihi,
Mantık
Anabilim Dallarını ve bunların içeriğinde okutulan dersleri,
İlahiyat Fakültesi öğrencilerinin eğitimi ve öğretimi için
ne gibi mahzurlar doğurmuş olabilir?!

Bu derslerin ve derslere giren hocaların İlahiyat Fakültesi için ortaya çıkardığı sıkıntılar nelerdir?!

Bunlar bilim dalı alanı, ilgi ve içeriği dışında ve "din bilimleri" çerçevesi dahilinde;
"din" ve "İlahiyat" kavramı, kuramı ve kurumu kapsamı dışında ne gibi bir rahatsızlık vermişlerdir?!

Bu anabilim/bilim dalları Temel İslam Bilimleri ve İslam Tarihi'nin hangi yönlerden İlahiyat Fakültesi öğrencilerinin yetiş/tirilmelerinde onları topallaştırıcı bir yöntem ve uygulama içinde olmuşlardır?!

Kelam ve İslam Mezhepler Tarihi bilim dalları ve dersleri, İlahiyat Fakültesi için niçin mahzurlu alanlar olarak addedilmelidir ve addedilmiştir?

Sorun gerçekten "felsefe dersleri"nin budanması, azaltılması, kaldırılması sorunu mudur?
...

Bayram Dalkılıç
02.09.2013

Yusuf Kaplan'ın, "iz sürmesini bilmeyenler, sadece iz silmekle iştiğal ederler!" başlıklı yazısı üzerine.

Yusuf Kaplan'ın, "iz sürmesini bilmeyenler, sadece iz silmekle iştiğal ederler!" (http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YusufKaplan/iz-surmesini-bilemeyenler-sadece-iz-silmekle-istig%C3%A2l-e/39363) başlıklı yazısı.

Ne güzel yazmış! da mesele, "zoka yutma-çıkarma" meselesi değildir. 


Yazdığı gibi "Türkiye'deki medya rejimi(nin), bu ülkenin ruh köklerini yok etmek, entelektüel dinamiklerini dinamitlemek, hayat damarlarını kurutmak için çalışması", kendi de dahil Türkiye'de adam gibi bir İletişimci çıkmadığını ve buna da kendisi de dahil meslekdaşlarının sebep olup engellemede aciz kalırken, İlahiyatçıların bunu önlemek için İletişim Fakültesi programları yapmasına, -"Peygamberimizin en büyük iletişimci" olduğu ilkesini de ileri sürerek üstelik- Yusuf Kaplan nasıl bir yaklaşımda bulunacaktır acaba. 

Modern iletişim teorilerini bırakıp, en temel iletişim aksiyonu olan ses çıkarmayı ve klasik ses çıkarma ve söz söyleme sanatlarında kalarak mı İletişimcilerin mezun olmasına göz yumacaktır. 

Hiçbirine sıcak bakmaz. 

Delilikle suçlar böyle yapan ve davrananları. 

Neden İletişim ve medya rejimini ayarlayıp dizginleyemiyorlar kendileri. 

Program konusunda karşı çıkanlar yalnızca felsefe dersleri kaldırıldığı için değil, 
İlahiyat kavramı-kurumuna ilgisizlerin müdahalesine karşı çıkıyorlar.

Bayram Dalkılıç
03.09.2013