20 Eylül 2013 Cuma

"FELSEFE TARTIŞMALARI HAYRA VESİLE OLACAK"SA!

"FELSEFE TARTIŞMALARI HAYRA VESİLE OLACAK"SA!

(http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Faruk_Beser/felsefe-tartismalari-hayra-vesile-olacak/39661)

Faruk Beşer'in yukarıda bağlantısını belirttiğimiz cümlelerinde birkaçı:
"Ankara İlahiyat'ta yakışıklı saçları ile gerçek bir filozof görünümündeki bir arkadaşımız sataşmasaydı bu konuya dönmeyecektim. Çünkü baştan itiraf ettim. Ben ne eğitimciyim ne de felsefeciyim."
"Felsefe aslında hikmetin izini sürer, böyle olmalıdır. Hikmet ise kaynağı vahiy olan bilgidir. Müminin yitiğidir."
"Yani biz felsefeye değil, onu gaye bilmeye, felsefeyi karşıya geçememeye, felsefede boğulmaya, aspirin gibi herkese yutturulmasına, kuru aklı yegâne bilgi edinme aracı olarak görmeye laf ediyoruz."
"Yeterli bilgisi olmayan insan, değer verdiğini peygamber gibi görür."

Sayın Beşer, "... inanıyorduk, ... düşünüyorduk, .....sanıyorduk" deyip kendisinin, felsefeci ve  eğitimci olmadığını; dolayısıyla konuya dönmeyeceğini belirtiyor, belirtiyor da yine dönüyor.

Kendi düşüncelerini ifade etme konusunda eleştiri yöneltenlerin eleştirilerini de "sataşma" olarak niteliyor. Bu yazıda görüş ve kanaatlerinin, sanılarının arka planını, gerekçelerini sıraladı.

21 Haziran 2013 tarihinde ortaya koyduğu "İlahiyatçıların kafası niye karışık?" (http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Faruk_Beser/ilahiyatcilarin-kafasi-neden-karisik/38247) başlıklı yazısını ve 7 Temmuz 2013 tarihindeki "Kelamcılar bize neden kızmış" (http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Faruk_Beser/kelamcilar-bize-neden-kizmis/38482) başlıklı yazılarını Facebook sayfamda bir kaç eleştiri ve soruyla paylaşıp, şimdi paylaştığım bu yazısından bir önceki "İlahiyatçıların kafası karışık dedik, hepten karıştı" (http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Faruk_Beser/ilahiyatcilarin-kafasi-karisik-dedik-hepten-karisti/39573) başlıklı yazısından sonra her üç yazıyı değerlendiren bir yazı kaleme almış, ancak yayınlamamıştım. Yazıyı son yazısından da hareketle M. Hamidullah'la ilgili önyargılarından bahsetmesi dolayısyla "felsefe" konusundaki kanaatlerinin de N. Fazıl ile ilgisine temas ederek şöyle bir öngörüyle ve başlıkla yayınlayacaktım.

"Faruk Beşer'in, bir veya birkaç yazı sonra "Felsefe öğrenmek gerekliymiş, felsefe İlahiyat Lisans Programında zorunlu olabilirmiş" noktasına geleceği öngördüğümü" yazacaktım. İşte bu yazısı ona yakın bir yazı olmuş da. Tam o değil. İlerde belki o noktaya da gelebilir.

Sayın Faruk Beşer, kanaatimce bu konuya daha çok döner. Çünkü kendisinin felsefeci ve eğitimci olmadığını, yalnızca bu konularda kanaatlerini ortaya koyduğunu, bunun da tuhaf görülemeyecek bir durum olduğuna işaret etse de konuya daha çok dönecektir ve hatta ilk yazısında ele aldığı konuya ve noktaya geri dönecektir. Kendi görüş ve kanaatlerini sunma ve paylaşma gerçekten çok doğal bir hak ve hukukun kullanımı ise de "kendi sanı, kanaat ve yaklaşımlarıyla felsefenin ve felsefecileri hiç sevmediği ve doğrulanması ve kabul edilmesi mümkün olmayan burhan dışı çıkarımlar ve nitelemelerde bulunarak felsefeyi, felsefecileri ve kendi kanaati dışında kanaati olanları ve bu kanaatler başkalarını itibarsızlaştıracak durumdaysa; bunlara karşılık vermek felsefe ile meşgul olanlar için neden tuhaf olsun ki!  İşte hangi anlamda anlaşılırsa anlaşılsın, burhanı öne çıkaran felsefe, "saçlarının yakışıklılığı ile bir insanın filozof görünümünde oluşu" çıkarımını temel bir mantık yanlışı olarak kabul etmektedir. Bu çıkarımda olanın farklı bir şekilde indirgenerek yansıtılması ve psikolojik bir dilin kullanılması söz konusudur.

Kendisini ifade ederken ve felsefe hakkındaki tavrının arkaplanını açıklarken ortaya koyduğu, "Yeterli bilgisi olmayan insan, değer verdiğini peygamber gibi görür." önermesi, felsefe ile iştiğal edenlerin öğrencileri ilk derste uyardıkları noktadır ve bir mantık yanlışı olmanın ötesinde insanı hakikat yanlışına sürükleyen bir önyargıdır. Önyargılarla mücadele ederken felsefeciler, "her gördüğün sakallıya aksakal dememek gerekir", "her gördüğün yaşlıya dede dememek gerekir" ve "her değer verdiğin insanı peygamber gibi görmemek gerekir" örneklerini verirler ve önyargıların kırılması noktasında insanın sanma ötesine geçmelerini salık verirler.

Ve "felsefeci ve eğitimci olmadığı" için bu program konulardan anlamama ve dolayısıyla konuya dönmek istememe vurgusu yapmasına rağmen bu son yazıya kadar ısrarla "kelam ve felsefenin ilahiyat lisans programlarında yer almaması, bunun yerine lisans üstü programlarda yer alması gerektiği kanaatlerini ve öngörülerini yapmaktan geri durmamıştır.

Şimdilik son olarak Sayın Beşer, bu son yazısında "Felsefeciler bize neden kızmış ki!" başlığını kullanmayıp o noktaya da gelmemiş olsa da bir sonraki yazılarında "felsefe lisans aşamasında da zorunlu olabilir ve okutulabilir/miş" noktasına gelecek ve bu konuyu noktalamak istiyor ve geri dönmek istemiyorsa; konu hakkında 7 Temmuz 2013 tarihinde yazdığı kanaatlerini yeniden değerlendirerek "İlahiyatçılar bize neden kızmış (kızmışmış) ki!" yazısıyla meseleyi yazı konusu etme noktasında  "bu mesele konusunda yazma jübilesi" ile tamamlasa yerinde bir tavır olur.

Gerçekten Sayın Beşer'in yüzünde bunu ortaya koyacak safiyette bir enerjinin dışa vurumu söz konusudur. Çünkü kendisinin "hikmetin müminin yitiği olduğu" beyanını dile getirmesinde olduğu gibi bu yitik, "ilahiyat", "felsefe" kavramında mündemiçse ve bu yitik eğer felsefecilerde var ise bunun onlardan alınması konusunda olumsuz tavır takınacağını düşünmüyorum. Bu yitik, felsefecilerin, akıl yürütme ve çıkarım yapma noktasında başkaları için yararlı olacakları konusunda ise bundan neden ictinab edilsin ki!

Not: Faruk Beşer'in "İlahiyat", ve "felsefe", "kelam" derslerinin İlahiyat lisans programında yer alıp almaması kanaatlerini dile getirdiği önceki yayınlanmış yazılarının değerlendirilmesine dair yazdığım ve yayınlamadığım yazı ile birlikte bu yazıyı yeniden birbiriyle bağlantılandırarak değerlendirip yayınlayacağım.

20.09.2013
Prof. Dr. Bayram Dalkılıç
N.E.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder